AB ile kaza önlenebilir mi?

AVRUPA Birliği ile Türkiye, önümüzdeki hafta son zamanların en kritik yol ayrımına geliyor.

Haberin Devamı

Bu yol ayrımında nasıl bir tercih kullanılacağı, daha doğrusu ufukta gözüken kaza ihtimalinin atlatılıp atlatılamayacağı sorusu, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği üzerinde kalıcı sonuçlar doğurmaya adaydır.
İki yolun ayrıldığı noktada önümüzdeki hafta Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinde yeni bir başlık açma konusunda AB’nin içinde patlak vermiş olan görüş ayrılığı yatıyor. Yaşanan sorun, Taksim Gezi Parkı’ndaki direniş ve sonrasındaki olayların Türkiye-AB ilişkilerine dönük doğrudan bir sonucudur.

**   

Taksim olayları olmasaydı, önümüzdeki çarşamba günü Brüksel’de düzenlenecek hükümetler arası konferansla Türkiye ile
AB arasında “Bölgesel Politika”ya ilişkin 22’nci başlık resmen müzakereye açılacaktı.
Üç yıldır yeni bir başlık açılmadığı hatırlandığında, bu adımın atılması tam üyelik müzakerelerinde yeniden bir hareketlilik yaratılmasını sağlayacak, son dönemde sürecin üzerine çökmüş olan karamsarlık havasını dağıtmaya yardımcı olacaktı.
Ancak, hükümetin bu direnişi orantısız ve aşırı polis gücü ile bastırma yoluna gitmesinin Batı dünyasında yarattığı tepki dalgası, yeni başlık açılabilmesi için aylardır yürütülen teknik hazırlıkları birden zora sokmuş bulunuyor.
Almanya, Türkiye’de olan bitenlerden sonra yeni bir fasıl açılmasının isabetli olmayacağı görüşüyle AB’nin bu yöndeki alması gereken siyasi kararının durdurulmasını istiyor, veto hakkını kullanıyor. Ancak Almanya, samimi davranmadığı, zaten çok gönüllü olmadığı tam üyelik sürecini yavaşlatmak için fırsatçılık yaptığı yolunda eleştirilerle de karşı karşıya.

**   

Her şey bitmiş değil. Önümüzdeki çarşamba gününe kadar krizin aşılabilmesi için olağanüstü bir diplomatik faaliyet yürütülüyor. Faslın açılmasını isteyen İngiltere, İsveç gibi ülkeler muhtemel bir yol kazasını önlemek için
büyük bir çaba sarf ediyor. Keza, müzakere sürecine çoktandır yeni bir ivme kazandırmayı arzulayan Avrupa Birliği Komisyonu da krizi önlemeye çalışıyor.
Aslında AB içinde pek çok fikir havada uçuşuyor. Çünkü, hem yeni başlığın açılmasını isteyen, hem de bu zamanlamada açıldığı takdirde AK Parti hükümetinin Avrupa karşısında elini tümüyle serbest hissedeceğini düşünenler de var.
Risk analizlerinde üzerinde en çok durulan nokta, 22’nci faslın Almanya’nın istediği gibi bloke edilmesi halinde Türkiye-AB ilişkilerinde ciddi bir kopmanın yaşanabileceği ihtimali. Avrupa Parlamentosu kararına ağır bir dille tepki gösteren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın AB’ye karşı sert bir misillemeye giderek, köprüleri atması yabana atılmaması gereken bir olasılık.
Benzer bir durum 1997 yılında AB’nin Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye’nin tam üyeliği için çıkan ret kararından sonra yaşanmış, dönemin koalisyon hükümeti AB ile siyasi ilişkileri dondurma kararı alınca Türkiye ile AB arasında iki yıl süren bir soğukluk yaşanmıştı. Bu soğukluğun en önemli sonucu olarak iki yıl süreyle içe kapanmacı bir iklim Türkiye’nin üzerini örtmüş ve demokratikleşme perspektifi tümden silikleşmişti.
Başarılı olursa, Almanya’nın engellemesinin benzer sonuçlar doğurması kaçınılmazdır.
Bu takdirde Türkiye yeniden içe dönecek, Avrupa doğrultusu ve demokratikleşme çizgisinden bir kez daha uzaklaşacaktır. Kuşkusuz, bu durumda ilk kaybedeceklerden biri, çevreye ve bireysel özgürlüklerine sahip çıkma talebiyle Taksim Gezi Parkı’ndaki direnişe katılan gençler olacaktır.

**   

Sağduyu, bir orta yol formülünün bulunmasını zorunlu kılıyor. Bu formül, hem yeni başlığın açıldığı hem de AB’nin son hadiselerle ilgili eleştirilerini ve önümüzdeki döneme ilişkin beklentilerini kuvvetli bir dille kayda geçirdiği iki boyutlu bir çerçeveye oturabilir.
Girilen belirsizlik ortamı içinde düşündürücü bir nokta, Amerikan yönetimi cephesinde gözlenen suskunluktur. AB ile bir kopma halinde, Türkiye, Batı dünyasında büyük ölçüde ABD’ye dayanmak durumunda kalacaktır.
Geçmişte Amerikan yönetimleri, özellikle Clinton döneminde, Türkiye’nin AB tam üyeliğine kuvvetli bir destek vermekten ve ayrıca bu tür krizlerin önlenmesinde aktif bir tutum sergilemekten kaçınmamıştı.
Oysa Obama yönetiminden, Başbakan Erdoğan’ın son Washington ziyaretinde
olduğu gibi, bu yönde bir vurguyu pek duymuyoruz. Başkan Barack Obama, Türkiye’ye daha çok İslam dünyası ve Ortadoğu bağlamında atıf yapmayı tercih ediyor.
Oysa AB ile yaşayacağı bir kopmanın Türkiye’de yol açacağı savrulma, pekâlâ kısa, orta ve uzun dönemde ABD’nin de başını ciddi bir şekilde ağrıtacak sonuçlar doğuracaktır. Bütün sorun, Washington’da bunu görebilecek kavrayış ve ferasete sahip bir yönetimin işbaşında bulunmamasıdır.

Yazarın Tüm Yazıları