AB...

Bilmediğim her şeyde yaptığım gibi, Tanzimat’tan başlayarak uzun uzun anlatırım. Enver Paşa’ya geldiğimde zaten dinleyenler bunalıp gözleri ile bana baksalar dahi, akıllarının başka yere çekip gittiğini anlarım.

Sonra onlar bana ‘Türkiye’yi AB’ye alacaklar mı?’ sorusunun yanıtını vermeye koyulurlar.

Genelde Meşrutiyet’ten başlarlar.

Talat Paşa’ya geldiklerinde gözlerimle onlara baksam bile, diyelim ki yeni aldığım şemsiye asacağını evin hangi duvarına çakmam gerektiğine gider aklım.

*

Çünkü ben bildiğim tek şeyi zaten 3 Kasım Genel Seçimleri’nin ertesi bu köşede açıklamıştım:

Siz oylarınızla AB’yi ‘ret’ ettiniz...

Uygarlığa doğru koşan bir ulus olmak yerine, dinci bir zihniyete teslim ettiniz Türkiye’yi.

Nitekim çok geçmeden Batı medeniyeti yerine Arap kültürü esmeye başladı ülkemizde.

Selamlaşmaktan, devletin fotoğrafına kadar... Sermayeden, sokaklardaki afişlere kadar her şey değişti.

‘Laik Türkiye Cumhuriyeti’ kimliğinin yerini ‘Ilımlı İslam’ aldı ve uluslararası toplantılardan, ABD, İngiltere, Fransa, AB, BM başkanlarına kadar bu tanımı kullandılar, duydunuz.

Siz laiklik konusunda devletle anlaşamayan, bu nedenle türbanlı kızlarını ABD’de okutan bir başbakan... Eşinin türbanı için Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne vermiş bir dışişleri bakanı seçtiniz.

Dikkat edin:

Son AB toplantılarında ‘laik’ bir ülke değil, ‘Müslüman’ bir ülke tartışılıyor.

*

Elbette Türkiye’de ‘Müslüman’ bir toplum yaşar. İnancı ile, ibadeti ile, özgürce ve gönlünün istediği gibi...

Buna kimsenin bir şey dediği yok.

Ama Mustafa Kemal’in binbir zorluk içinde kurduğu ‘Laik Cumhuriyet’ bir anda ‘Ilımlı İslam’ kimliğini almışsa (bu ülkenin devekuşları görmezlikten gelseler bile) elin oğlu görüyor...

Müzakereler başlayabilir.

Ama görüyorsunuz, son anda uydurdukları bahanelerle AB kapısı kapanıyor.

Bizim uygarlığa doğru koşumuzdu AB...

Ama siz onu 3 Kasım’da oylarınızla ‘ret’ ettiniz.