96 provokasyonu ve bugün

1996... Ankara’da HADEP Kongresi... Biri çıkıyor ve Türk Bayrağını indiriyor!..

Türkiye yine bugünkü gibi, çok haklı olarak, büyük bir tepkiyle ayağa kalkıyor. Bugün bayrak indirilmiyor, üstelik yakılıyor!..

Şimdi hiç heyecana kapılmadan, mahkeme tutanaklarına ve görgü tanıklarına başvurarak, 1996’daki çirkin olayın devamına bakmanın tam zamanı.

Araştırma, soruşturma, ortaya iki itirafçı, yani eski PKK’lı, ama suçlarını itiraf ettikleri için affa uğrayan iki kişi çıkıyor. Mehmet İpek, Murat İpek adında iki kardeş yakalanıyor ve mahkemeye veriliyor.

HADEP’Lİ DEĞİL

Türk Bayrağını kongrede indiren bu iki kardeş değil. Ama, indirmeye teşvik eden bunlar. Ya indiren?.. Mahkeme tutanaklarına göre:

‘HADEP’li olmayan biri!..’

Bu zavallının adı Faysal. Bayrağı indirdiğini kabul ediyor ve şunu söylüyor:

‘O iki kardeş benim duygularımı tahrik etti, Kürt Partisi’nin kongresinde Türk Bayrağı ne arıyor, dediler, ben de gittim, bayrağı indirdim, ama benim suçum yok!..’

Mahkeme üçünü de mahkum ediyor.

CEZAEVİNDE

Faysal
adındaki bu kişi Ankara kapalı cezaevine konuluyor. O sırada eski DEP milletvekilleri de aynı cezaevinde tutuklu.

O DEP’li milletvekillerinden biri olan Orhan Doğan dün beni arıyor ve:

‘Faysal adındaki o kişinin bizim yattığımız cezaevine getirildiğini duyunca, biz bir gün onu çağırdık ve sorduk. İki kişinin kendisini kandırdığını, bu işlerle ilgisi olmadığını söyledi.’

İşte, bu gibi olayların adına provokasyon deniyor!.. Tahrik, huzuru bozma, bazı işler tam rayına oturmaya başlarken, bir bombayla onu infilak ettirme!..

Ya bugünkü çirkinlik?.. Orhan Doğan:

‘Bayrağımıza, Türkiye’nin her karış toprağına, her insanına sahip çıkacağız. Bu olayın kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur. Hepimiz böyle düşünüyoruz ve kınıyoruz. Bu bir provokasyondur. Ama kim, hangi amaçla yaptı, bilmiyoruz.’

DEHAP kendi içinde bir soruşturma komisyonu kuruyor ve Mersin’e yolluyor. Yani, sadece kınamakla kalmıyor. Orhan Doğan devam ediyor:

‘Biz Demokratik Toplum Hareketi olarak yola çıktık. Bu hareketi engellemek amacıyla, başka provokasyonlar da olabilir. Bunlar neler olabilir ve nasıl önlenebilir, diye, bunlar üzerinde düşünüyoruz.’

Mersin’deki olayın içyüzü yasal soruşturma sonucunda belli olacak. 1995’teki gibi yine benzer bir provokasyon mu, yoksa başka bir şey mi, nasıl olsa ortaya çıkar.

BİRLİKTE YAŞAMAK

Bu arada, iki noktanın altını çizmek gerek.

İlki, bayrak yakmaya karşı aşırı tepkilerin önüne geçmek!.. Karşı gösteride bir okulun kuşatılmaya kalkılması gibi, çok tehlikeli tepkiler, ateşle oynamaktan farksız. Duyguları anlamak, tamam!.. Bunlara katılmak, tamam!.. Ama, gösterilerde aşırılık, sonra hiçbirimizin altından kalkamayacağı sorumluluğu beraberinde getirebilir.

İkincisi de, Kürtler’in başlattığı Demokratik Toplum Hareketi ile bu gibi provokasyonların bir bağlantısı olmadığını görmek gerek. İşte, onların önde gelen temsilcileri bu çirkinliklere karşı yükselen protestolara yürekten katılıyor. Ben bizlerin ve Kürtlerin bu bölünmez coğrafyada barış içinde yaşayabileceklerine inananlardan biriyim. Toplumsal barışın, bu hareketin başarıya ulaşmasıyla sağlanabileceğine inanıyorum.

Mersin alçaklığı belki de, bu hareketi torpillemeye yöneliktir, kim bilir!.. Geçmişteki kanlı filmi, Kürtler dahil, kimse bir daha izlemek istemiyor!..

Norveçli hálá burada mı

NORMAL
diplomatik nezaket ve gelenek, herhangi bir büyükelçinin bulunduğu ülkenin içişlerine burnunu sokmamasından geçiyor.

Ancak, ne yazık ki, Norveç’in Ankara Büyükelçisi Hans Wilhelm Longva bu kuralı hepimizin gözü önünde çiğniyor. Diyarbakır’daki Nevruz kutlamalarına katılarak, zafer işaretleriyle karışık, göstericilerle kucak kucağa!..

Acaba, bir büyükelçi o ülke tarafından ne zaman persona non grata (istenmeyen adam) ilan edilir ve ülkesine geri gönderilir?.. Diplomasi ve nezaket dışı bu harekete Dışişleri Bakanlığı neden sessiz kalıyor?..

AB mazereti de geçersiz, çünkü Norveç AB üyesi değil!..
Yazarın Tüm Yazıları