50 yaşındayız!

GEÇEN akşam hayatımın en keyifli gecelerinden birisini yaşadım. Benim neslim bu yıl 50 yaşını doldurdu.

10 yaşından beri tanıdığım; ortaokul, lise, üniversite arkadaşım Ahmet Esen'in karısı Zehra önceden aradı ve Ahmet'in 50 yaş kutlaması için ona bir gece tertiplediğini söyledi.

Zehra'nın daveti üzere Etiler-Şamdan'da, Ahmet'ten gizli toplanacaktık ve Ahmet oraya ailesi ile yaş günü yemeği yemeye geldiğini sandığı sırada sakalının kılı ağarmış haytalar ile karşılaşacaktı.

Aynen öyle oldu! Ahmet ev sahipliği yapmaktan ne kadar eğlendi bilemem ama biz 50 kere körpeler bir eğlendik, pir eğlendik!

Sağ ol, var ol Zehra Esen; bize bir daha ne zaman yaşayabileceğimizi bilemediğimiz bir gece yaşattın.

* * *

Bugün itibarıyla hepsi birer genel müdür, patron, bilim adamı olan; ancak ortak paydaları Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi olarak bir araya gelen grup; Nuri Özgür, Cemil Köksal, İlker Gülfidan, Nejat Yalım, Abraham Benhabib, Kaya Aker, Burhan Karaçam, Ahmet Merey , Yekta Ülgen, Sadi Abra gibi memleketi yönettiğini zanneden ve dahi milletin de memleketi yönettiklerini zannettiği insanlar ve eşlerinden oluşmuştu.

Gecenin sonunda, başta ben olmak üzere, kimsenin kendini yönetecek takatı kalmamıştı.

* * *

O akşam bir sürü 50'lik unvanlarımızdan soyunduk ve tekrar ‘‘biz‘‘ olduk. Biz olmanın değerinin satın alınamayacak kadar yüksek, hatta imkánsız olduğunu biraz geç olsa bile; belki de o gece keşfettik.

Madem elde etme savaşı esasında elindeki yitirme sürecidir, biz aklı evveller 50 yıl ne için uğraşmıştık?

Üstelik yitirilenlerin değeri elde etmek için uğrunda uğraşılanlardan çok daha yüksek olduğuna göre, biz 50 yıl ne yaptık?

İşte o gece; cevabını bulamazsak da, bu iki soru ile nihayet yüzleşebildiğimiz için çok ama çok önemlidir.

* * *

Bir menzile yönelen insan kat ettiği mesafenin, daha kat etmesi gereken mesafeye göre uzadığını gördükçe sevinir. Yolun kısalması iyi bir şeydir. Ancak menzil ‘‘dönülmez akşamın ufku’’ ve de kat edilen ‘‘hayat yolu’’ ise, sevinmek ne kelime; yaşanan duygu tren istasyonunda aşuk ile maşuğun, kara tren kalkış düdüğünü çalmadan önce araya sıkıştırdığı vuslattır.

O akşam biz; o vuslattan payımıza düşeni, daha düşeceklerin şerefine; kana kana içtik. Belki de bir daha bu kıvamda, aynı istasyonda bir araya gelemeyeceğimizi bile bile.

* * *

Ben tam bu vuslat girdabının içinde bocalarken, birden farkına vardım ki, salonda ebeveyn sıfatları ile, çocukken ekmeğini bolca yediğim 77'lik Orhan Esen ile 80'lik Ali Uras var. Onlar dimdik ayakta! Ortak paydaları, bilim adamı sıfatlarıyla ömür boyu beyinlerini aktif tutmuş olmaları.

Birden kendi kendime sordum, acaba sır burada mı?

Behey haytalar! Aklımızı ne kadar çok üretime koşarsak; yol daha o kadar uzun!

Henüz 50 yaşındayız, daha işin başındayız!
Yazarın Tüm Yazıları