5 milyonluk yazı

ÜLKEMİZİN en iyi espri yapan adamlarının, ucu bir parça kendilerine dokunan eleştiriler karşısında sergiledikleri kabalıkların ve küstahlıkların tabii ki farkındayım!

Bu nedenle Yılmaz Erdoğan’ın, son dönem Türk filmlerine yönelik eleştirilere karşılık olarak, ‘Kardeşim, sinemaya girmek için verdiğin alt tarafı 5 milyon lira! Vereyim 5 milyonunu da sus!’ demesini fazla yadırgamadım.

Sadece ülkemize acıdım.

Çünkü ülkemizin son dönemde çıkardığı ‘en iyi espri yapan iki adamından biri’nin espri düzeyi, ‘Al paranı, kes sesini’ seviyesine gelip dayanmıştır.

***

Durum şudur: Sevgili yurdumuzun en lümpen yurttaşları tarafından bile rahatlıkla ‘banal’ ve ‘racona ters’ bulunabilecek bir yaklaşım, ülkemizin son dönemde yetiştirdiği ‘en büyük laf cambazı’ tarafından rahatlıkla sergilenmektedir.

Ve hiç kimse çıkıp da şöyle bir şey dememektedir:

‘Hey dostum! Sen bu ülkenin en iyi espri yapan adamısın! ‘Al paranı, kes sesini’ gibi hem zekádan, hem de görgüden nasibini almamış bir çıkış sana yakışmaz! Biraz düşün, hemen aklına gelen ilk cümleyi kurma! Senin gibi ‘cebinde kelimeler’ filan taşıyan bir üstün yetenek, mutlaka daha ironik bir cümleyi bulup çıkarır.’

Böyle bir uyarı yapılmayınca da, tabii ki Yılmaz Erdoğan ve benzerleri kendilerini alabildiğine rahat hissedecek ve ‘ne yapsak, ne söylesek millet yiyor’ havasına gireceklerdir.

Kaçınılmaz olan budur.

Ve bize de, tıpkı bugün ‘Bir zamanlar kendisine meftun olduğumuz Ferhan Şensoy, nasıl oldu da ‘Şans Kapıyı Kırınca’ gibi ilk 15 dakikasına bile zor tahammül edilebilen skandal bir filmde başrol oynayabildi? Ferhan Şensoy’un geleceği yer burası mıydı?’ diye şaşıp kaldığımız gibi, 20 yıl sonra kendisini tekrar eden ve epeyce gerilemiş bir Yılmaz Erdoğan karşısında şaşırmak düşecektir!

İşte benim de asıl anlatmak istediğim budur!

Adam şiir yazar, Türk şiiri dendiğinde aklına Orhan Veli’den başka şair gelmeyenler, ‘İşte büyük şiir’ diye tempo tutarlar!

Adam yazdığı şiirleri kasede okur, herkes ‘Ah! Ne içe işleyen bir okuma bu! Vurdu geçti’ diye selam durur!

Adam ‘skeç’ tadında ve alabildiğine yerel bir film çeker, ‘Yılmaz Erdoğan Oscar’a koşuyor!’ diye bağıran manşetler hazırdır.

Adam ‘ortanın biraz üstünde’ bir televizyon parodisi yapar, hepimiz ‘İşte hayatımızın sırrı burada açıklanıyor!’ havasına gireriz.

Adam Levent Kırca’dan biraz hallice oyunlar sahneye koyar, biz ona ‘sahnelerin büyücüsü’ muamelesi çekeriz!

Ve adam tabii ki boş durmaz:

Bütün bu imajların üstüne, -tabii ki kimseyi rahatsız etmeyecek ölçüler içinde- biraz Kürt, biraz muhalif, biraz sol bir sos döker ve olayı ‘Tayyip Abi bizim oyunları kaçırmaz’ müjdesiyle süsleyip servise sunar!

Ardından eş dost, ahbap yaran sofra başına!

Yılmaz Erdoğan’ın, ‘Al paranı, kes sesini’ seviyesine gerilemesinin masalı budur.

Ben de diyorum ki:

Bu masal yıkılmalıdır!

Bu masal yıkılmalıdır ki, Yılmaz Erdoğan gibi gerçekten ‘yetenekli’ bir adam, milletçe abartıp bol keseden dağıttığımız övgülerin sağladığı iktidara sırtını yaslayıp yeteneğini köreltmesin.

***

Aslında söylemek istediğim şey basit mi basit:

Mesela Yılmaz Erdoğan bir film mi çekti, ‘Güzel bir film, güldük, eğlendik’ filan demek yerine ‘Gelmiş geçmiş en süper Türk filmi! Ey Akademi! Oscar’ları hazırla! Kolla kendini Hollywood! Yılmaz geliyor!’ diye haykırmayalım.

Birincisini yaparsak, karşımızda ‘ayakları yere basan’ ve ‘her daim kendini yenileme gayreti içinde olan’ bir Yılmaz Erdoğan buluruz.

İkincisini yaparsak, ‘Ben oldum kardeşim! Kim tutar beni’ havasına girmiş ve ‘Al şu 5 milyonu da sus!’a kadar gerilemiş bir Yılmaz Erdoğan’la karşılaşırız.

Peki siz hangi Yılmaz’ı tercih edersiniz?
Yazarın Tüm Yazıları