Ertuğrul Akbay, yazı dizisinin sonunda Hindistan’ın Güney ucundaki Maysur kentindeki deneyimlerini aktarıyor. İki ay boyunca buradaki insanlarla birlikte yaşayan Akbay, Hint fakirlerinin 5 duyu eğitimlerini kendisinde de uyguladığını, çok fayda gördüğünü ve insanın nefsine bu sayede hakim olacağını söylüyor...İnsan, nefsine hakim olmadan ne sağlıklı yaşama kavuşabilir, ne de bir başarıya... Bunun için insanın 5 duyusuna hakim olması gerekir. Peki, bir insan bu 5 duyusuna nasıl hakim olabilir.İşte bu nedenle dünyanın en ünlü Hint fakirlerinin yaşadığı Hindistan’ın taa güney ucundaki Maysur kentine gittim. Onlarla birlikte 2 aya yakın yaşadım. Onlarla birlikte yedim içtim, yatıp kalktım. Onların 5 duyu eğitimlerine katıldım. Bu Hint fakirlerinin 5 duyu eğitimleri bana çok mantıklı geldi. Kendime uyguladım. Çok faydasını gördüm. Sonunda anladım ki, bu eğitimlerle sabırlı ve azimli olan herkes 5 duyusunu geliştirebilir. Ve nefsine hakim olup hedefindeki her başarıya ulaşabilir.Dün kaldığım yerden Hint fakirleriyle geçirdiğim günleri anlatmaya devam ediyorum... Swamiji Sri Sri Ganapathi eğitilmem için üst düzey yardımcılarından Naranjan’ı görevlendirmişti. Naranjan’ın çok da düzgün İngilizcesi vardı.Gece olmuştu. Büyük bir salonda tahta üzerine serilen bir hasırın üzerine uzanmıştım. Üstüme de verilen bir örtüyü örtmüştüm. Ne de olsa, geceleri gündüze göre soğuk oluyordu.Sabahın dördünde yardımcım Naranjan’ın dürtmesiyle uyandım. Bana, ‘Bugün Dhyana günüdür’ dedi.- ‘Yani bayramınız mı?’- ‘Ne bayramı... Düşünceyi bir noktaya teksif etme çalışması günüdür’ diye cevap verdi.Sonra şöyle anlattı:- ‘Biz bu ve buna benzer çeşitli çalışmalarla aynen bir sporcu gibi kendimizi formda tutmaya çalışırız.’DÜŞÜNCEYİ ODAKLAMAKSalonda 40’a yakın Hint fakiri bulunuyordu. Swamiji Sri Sri Ganapathi ise önde yüksek bir yerde bağdaş kurmuş vaziyette oturuyordu. Ellerini de dizlerinin üzerine avuçiçleri yukarıya gelecek şekilde yapıştırmıştı. Diğer Hint fakirleri de liderlerinin pozisyonunu almışlar. Gözlerini de tavandan aşağıya bir iple sarkıtılan büyükçe bir mumun ışığına dikmişlerdi. Naranjan kulağıma fısıldarcasına bilgi vermeye başladı: ‘Gözlerin bu mum ışığında olacak. Bu ışıktan başka bir şey görmemeye ve düşünmemeye çalışacaksın. Bütün düşünceni bu ışıkta toplayacaksın. Ve gittikçe bu süreyi arttıracaksın. Ama bu arada nefes alıp vermen de çok önemlidir. İnsanın enerjisi nefes alıp vermesiyle orantılıdır. ‘Kumbhaka’ dediğimiz metodla düzenli bir şekilde nefes tutmaya, vermeye çalışırız. Kumbhaka metodunda nefesi burundan alıp vermek de şarttır. Bu sadece burun deliklerinin havayı süzdükleri için değil, bizim ‘Trijmeau’ dediğimiz sinir uçlarının burun deliklerinde bulunması bakımından önemlidir. Burun deliklerinden giren hava bu sinir uçlarını tahrik edince göğüs genişletme hareketini yaratan sinirin öbür ucunu da tahrik etmiş olur. Böylelikle, doğrudan doğruya göğsün genişlemesine yardımcı olur. Bu yüzdendir ki, burunlarında et, kemik olanların vücutları daha az gelişir.’Naranjan bana bu bilgiyi verdikten sonra ‘Kumbhaka’ metoduyla nasıl nefes alınıp verileceğini şöyle anlattı:‘Dörde kadar sayarak burundan nefes aldıktan sonra sekize kadar havayı ciğerlerinde tutacaksın. Sonra, sekiz sayana kadar nefesini yavaş yavaş vereceksin. Tekrar sekiz sayana kadar ciğerlerin boş olarak bekleyeceksin. Bugün böyle yapacaksın. Daha sonraki günler 4’ü 8, 8’i 16 yaparak her geçen gün bu süreyi artıracaksın.’Sayılar arttıkça ben ne yaparım diye düşünürken Naranjan durumu anlamış olacak ki, ‘Korkma ölmezsin... Normal bir insan havasız 3 dakika, su içmeden 3 gün ve
yemek yemeden de 3 hafta yaşayabilir. Tabii, biz Hint fakirleri için bu süreler özel yetenek ve güçlerimize göre çok daha uzun olabilir.’EN AZ 48 GÜN GEREKNaranjan’ın gösterdiklerini yapmak istediğimde nefes tutmanın pek zor olmadığını anladım. Ancak sırf mum ışığına bakmak ve ondan başka bir şey düşünmemeyi ilk günlerde 10 saniye bile zor yapıyordum. Halbuki bir Hint fakiri hiç zorlanmadan kendini saatlerce bu mum ışığına verebiliyordu.Naranjan’a bu iş zor dediğimde, şöyle konuştu:‘Tabii kolay değil. Her gün sabah akşam birer saat çalışmakla ancak 48 günde başarabilirsin. Başlangıç zor olur. Ama ileride alışırsın. Şimdilik, 10-15 saniyelik seanslar halinde yapmaya çalış. Seanslar arasında da 1-2 dakika da dinlenebilirsin. Bu yaptığımız Dhyana çalışmasından sonra da Dharana gelecek’ dedi ve arkasından ekledi:‘Dharana da Dhyana gibi bizim bir başka duyu eğitim çalışmamızdır.’Bir saat süren Dharana çalışmasının arkasından 2 saatlik Dhyana çalışması başlamıştı. Bu çalışmada önce çevredeki tüm sesler duyulmamaya çalışılıyordu. Daha sonra, hafifçe çalan bir müziğin sesi gittikçe artırılıyordu. Ve iradeyle bu sesler duyulmamaya çalışılıyordu. İlk gün Dhyana’da olduğu gibi Dharana da benim için fiyasko olmuştu. Tek kelimeyle çuvallamıştım. Ancak Naranjan’ın ve Swamiji’nin telkinleriyle üçüncü günden sonra kendimi toparladım. Ve yavaş yavaş oldukça başarılı olmaya başladım. Aradan 3 hafta geçmişti. Artık sıra ‘Beyinden beyine düşünce aktarması’ çalışmalarına gelmişti. Aşram’ın en uzak iki yerinden birinde bir ‘verici’, diğerine de, bir ‘alıcı’ Hint fakiri oturuyordu. Aralarındaki mesafe çok uzak olduğu için birbirlerini görme imkánı da yoktu. Genelde, ‘alıcı’ yerinde daha tecrübeli Hint fakirlerinden biri oturuyordu. Zira, ‘alıcı’nın işi ‘verici’den çok daha zordu.Bir başkasının aklını okumakAşram’daki Hint fakirlerinin ‘Beyinden beyine aktarma’ dedikleri şey de ‘telepati’ ile bir fikri diğer bir insana göndermekten başka bir şey değildi. Bu çalışmalarda herkes yolladığı fikri bir tarafına not ederdi. Çalışma bitince de ‘alıcı’nın notlarıyla karşılaştırılırdı. Böylelikle, ne ölçüde başarıya ulaşıldığı anlaşılırdı.Beni bu konuda da eğiten Naranjan, Vasudava ve Vigyana isimli fakirler, her çalışmada yüzde yüz başarılı oluyorlardı. Naranjan’ın belirttiğine göre, bu aktarma işinde yakınlık uzaklık hiç önemli değildi. Diğer odada oturanla Amerika’da oturan arasında hiç fark yoktu.‘Beyinden beyine aktarma’da temel kaide insanın bütün düşüncesini o arzuladığı şeyde toplamaktı. Yani, ondan başka bir şeyi gözünün önüne getirmeyecek, düşünmeyecek... Hayalinde onun sesinden başka bir şey duymayacaktı.Zaten günlük tüm çalışmalar da bunun temelinde yatıyordu. Bir şeyi kuvvetle istemek, sırf o şeyi düşünmek ‘aktarma’da ilk şart idi. Beyinden beyine aktarma yaşa da bakmıyordu. Örneğin Swamiji Sri Sri Ganapathi özel bir yeteneğe sahip olduğu için bu işi daha 12 yaşında başarmıştı.Beyinden beyine aktarma kadar ‘Avadhana’ isimli dikkat ve kendini verme çalışmasının Ashtavadhana ve Dasavadhana şekilleri de dikkatimi çekmişti. Ashtavadhana çalışmasında 8, Dasavadhana’da ise 10 ayrı şeyi birden aynı anda tek tek görüyormuş gibi düşünmek gerekiyordu.Kaderiniz avuç içinizde48 günlük çalışmadan sonra benim de 5 duyum bir Hint fakiri ile kıyaslanmasa da, ilk háline göre çok gelişmişti.Sadece bir noktayı görmeyi... Çevremdeki gürültüleri duymamayı... Bir çiçek veya sevdiğim bir yemeği düşünerek kokusunu duymayı... Bir ekmek kabuğunu
balık veya et tadında yemeyi baÅŸarmıştım. Öte yandan, aynı anda 3 ayrı konuyu düşünür hale gelmiÅŸtim. Netice olarak duyularıma, nefsime oldukça hakim olmayı baÅŸarmıştım.Haa... Unutmadan söyleyeyim. Swamiji Sri Sri Ganapathi bana insanların bakışlarından, yüz ifadelerinden düşüncelerini okumayı... Kullandıkları ellerinin avuç içlerinden de geçmiÅŸlerini ve geleceklerini okumayı öğretti. Ve bu bilgileri not tutmama izin verdi. Birkaç arkadaşımın avuç içlerindeki çizgileri okumam beni ÅŸaşırttı. Zira bu avuç içlerindeki çizgiler o kiÅŸinin geçmiÅŸini, geleceÄŸini yanılgı payı olmadan ortaya çıkarmıştı.Son olarak...Gösterilen ilgiden dolayı Hürriyet okurlarına ve TV’lerde beni izleyip kutlayan herkese en içten sevgilerimle, yazı dizisine ‘son’ diyorum.Ve yakında bu konuyla ilgili ve daha ayrıntılı bilgilerin yer alacağı kitabımda buluÅŸmak üzere...BÄ°TÄ°RÄ°RKEN...Biliyorum, saÄŸlıklı yaÅŸamın ticaretini yapan bazı üstad geçinen anti-aging doktorlarının çıkarlarına ot tıkadığım için bana çok kızgınlar. Bu kızgınlıklarını da çok doÄŸal karşılıyorum. Zira, saÄŸlıklı yaÅŸam için pahalı ilaçlara, vitaminlere gerek kalmadığını bu yazı dizimde anlattım.Artık, sadece zenginler deÄŸil, memur, emekli, işçi de doktorlara, eczanelere avuç dolusu para dökmeden saÄŸlıklı yaÅŸama kavuÅŸacaklar. Yeter ki, yazılanları aynen uygulasınlar.Kelebek okurlarının büyük ilgisini çeken bu yazı dizisi sayesinde geri plana düşen bu tüccar doktorlar öğrendiÄŸime göre ÅŸimdi tavsiye ettiÄŸim gıdaları kendileri de tüketir olmuÅŸlar.Sonunda, yabancı kaynaklı tercümeler, pahalı ilaçlar, vitaminler yerine doÄŸal ve gerçek saÄŸlıklı yaÅŸamı keÅŸfetmeleri üstad geçinen bu anti-aging doktorlarının adına benim için çok sevindirici oldu.Hele hele... Bu konuda çok ün yapmış bir anti-aging doktorun artık somon yerine hamsi balığı... Pahalı ilaçlar ve vitaminler yerine domates, fındık, ceviz, çekirdek, köy ekmeÄŸi, yoÄŸurt, zeytin gibi yazı dizimde adları geçen tüm doÄŸal gıdaları tavsiye etmesi geç de olsa bu üstad doktor için büyük bir aÅŸamadır. Sonunda, saÄŸlıklı yaÅŸam konusunda doÄŸruyu seçtiÄŸi için kendisini candan kutlarım. Öte yandan en büyük arzum bu ünlü anti-aging profesörleriyle bir TV kanalında saÄŸlıklı yaÅŸam konusunda açık oturum yapıp halkı her yönden aydınlatmak.- BÄ°TTÄ° -Â
button