5-0'a inanmak

F.Bahçeli futbolculara sesleniyorum. G.Saray Boleslav’la eşleştiğinde Çek oyuncuların ayakları titriyordu. Çünkü karşılarına çıkacak takımın bir markası vardı Avrupa’da.. O yüzden siz de 5-0 için çıkın sahaya.. Silin kafanızdan diğer bütün skorları.. Göreceksiniz olacak..

HÜRRİYET binasında asansöre bindim. Elinde tepsiyle bir garson, "Abi ne olacak bizim halimiz. İçeride 10 maç kazanmışsın bana ne.. Kiev’i yenemiyorsun. Artık burama geldi, alıp elime bir F.Bahçe bayrağı G.Saray’ın Avrupa maçlarına gideceğim" diye yakındı..

Evet, Fenerbahçeliler’in en büyük derdi bu aslında.. Stat, localar, kombineler, Fenerium, transferler, yabancı yıldızlar, alt yapıdan gelenler, Türk vatandaşlığına geçenler derken sarı-lacivertli kulüp büyük mesafe kaydetti. Ama Avrupa deyince akan sular duruyor, futbolcuların elleri ayaklarına karışıyor..

Kiev’i gördüm.. Dinamo’nun stadını da.. Fenerbahçe’nin bu takımı 5 kez elemesi gerek.. Saçma sapan bir oyun anlayışı, çok büyük taktik hatalar ve konsantrasyon eksikliği olmasa Fenerbahçe bu takımı orada da yenerdi. 1-1’den sonra yenecek pozisyonları da bulmuştu ama olmadı..

Kiev’e yenilmenin 2 büyük nedeni vardı.. İlki savunmada Can gibi henüz kademe anlayışını tam oturtamamış bir oyuncunun yer almasıydı.. Can 2 Thornshavn maçında çok iyi gözüktü. Ama bu maçlarda 2.Lig’den herhangi bir savunmacı da oynatsanız fark etmezdi. Çünkü rakipler rakip değildi..

Forvette, orta sahada hatta kanatlarda genç, tecrübesiz oyuncuları oynatabilirsiniz. Hatalarına katlanabilirsiniz. Ancak savunmanın ortasında yer verdiğiniz bir oyuncunun her maçta kademe hatası yapmasını takım kaldırmaz.

Kiev’de Ümit, Rüştü, Appiah, Aurelio Can’a bağırmaktan oyuna konsantre olamadılar.. Bu Can gibi bir oyuncunun da kaybedilmesine yol açar. Oysa bu oyuncu yavaş yavaş oynatılsa Fenerbahçe de iyi bir savunmacı kazanırdı.

İkinci yanlış tercih Anelka’ydı. Lafı çok uzatmak istemiyorum. Çünkü herkes beni Anelka düşmanlığı ile suçluyor. Anelka’nın geçmişi bilindiği halde.. 20 milyon euro’luk bir adam bir şut çekemez mi kaleye? Bir gol pası veremez mi? Bir kafa topu alamaz mı? Üstelik Anellka oynadığı için orta sahadan bir kişi eksildi ve Dinamo o bölgeyi ele geçirip hızlı hücumlarla Fenerbahçe’yi bitirdi.

* * *

Ve rövanş.. Rövanşta Fenerbahçe yemeden en az 2 gol bulmalı.. Kontaratakları çok kuvvetli bir takımla oynayacaksınız. Savunmayı boş bırakamazsınız. O yüzden elinizdeki en akıllı dizilişle sahaya çıkmalısınız. Belki de sadece bu maça özgü, belki de tarih yazacak bir onbirle..

Kalede Rüştü.. Savunmanın sağında Kerim.. Her şeye karşın bu maç için alternatifi yok. Solunda Uğur Boral.. Ümit nerede, demeyin hemen bekleyin.. Göbekte Servet-Önder ikilisi.. Servet’e çok kişi karşı biliyorum. Çünkü Ukrayna ve Milan maçlarında Shevchenko’nun karşısında düştüğü durum hala belleklerde.. Ancak Servet hava toplarında çok çok üstün. Alex’in kullanacağı kornerlerde en büyük gol silahı olur.. Önder-Servet ikilisinin hemen önüne Ümit’i yerleştirirseniz savunmayı garantiye alırsınız.. Ümit Kiev’de sol kanatta, özellikle ilk yarı büyük açıklar verdi. Çünkü çok ileri gidiyor, geri dönüşlerde çok ağır. Ama önlibero oynadığı maçlarda, örneğin 2 yıl önceki 7-0’lık Kayserispor maçında mükemmeldi.

Ümit’in önünde Appiah-Aurelio ikilisi orta sahaya hakim olur.. Bu ikili dönüşümlü olarak hücuma destek olur..

Onların önünde Tümer-Alex, ileride de Tuncay Fenerbahçe’nin hücum gücünü oluştururlar.

Bütün bunlar benim kafamdan geçenler. Zico’nun kafasından geçenleri bilemem.. Ama Erciyes’le Kiev’e aynı kadroyla çıkmak pek mantıklı değildi. Umarım Brezilyalı teknik adam bu yanlışı tekrarlamaz..

* * *

Bundan 17 yıl önce.. 9 Kasım günü.. Ali Sami Yen hınca hınç doluydu.. Hiç bitmeyen bir tezahürat vardı 35 bin inanmış kişiden yükselen.. İlk maçı 3-0 kaybeden bir takım, cezalı, maçı tel örgülerin arkasından izlemek zorunda kalan bir teknik direktör..

O maçı 5-0 kazandı Galatasaray.. Kale arkasında Tanju’nun attığı son golde elimdeki ders kitaplarını havaya fırlatmıştım.. O maç Türkiye’nin Avrupa kompleksini yıktığı, yerle bir ettiği maçtı..

Aradan 17 yıl geçti. Fenerbahçe bir çok fırsat yakaladı üzerindeki baskıyı, kompleksi yok etmek için.. Yapamadı.. Galatasaray’a 6 gol atmakla, Ortega’yı, Anelka’yı almakla övündü.. Şampiyonluklarla mutlu oldu..

Bu yazıyı okurlar mı bilmem.. Futbolculara sesleniyorum. Galatasaray Boleslav’la eşleştiğinde bütün Çek oyuncuların ayaklarının titrediğini biliyordum. Çünkü karşılarına çıkacak takımın bir markası var Avrupa’da.. Siz de marka olmak istiyorsanız bırakın korkularınızı.. 5-0’a inanın.. 3 ay önce Denizli’de inandığınız gibi değil tabii.. Yürekten inanın.. Çünkü bu camianın artık şampiyonluklara, kupalara, transferlere, yıldızlara ihtiyacı yok.. 9 Kasım’lara, Neuchatel’lere ihtiyacı var.. Milan’ı, Real’i, Juventus’u yenmek istiyor taraftar.. Avrupalı olmak istiyor artık.. O yüzden 5-0 için çıkın sahaya.. Silin kafanızdan diğer bütün skorları.. Göreceksiniz olacak..

Bağdat Caddesi

KadIköy yakasının en güzel yerlerinden biridir Bağdat Caddesi.. Nihayet yol, kaldırım yapımı bitti, herkes keyifli bir ortamda dolaşmaya başladı.. Ama gece olunca bu kez başka sorunlar ortaya çıkıyor.. Saat 10’da çöp kamyonları var caddede.. Sağ tarafta iki şerit yolcu bekleyen minibüs ve taksiler cabası.. O saatte hatalı park etmiş araçları çekmeye gelen trafik çekicileri tıkıyor bir de yolu.. 15 dakikada gideceğiniz yeri 1 saatte alıp çıldırıyorsunuz..

Sahil yolu da aynı.. Park, plaj, koşu pisti, jimnastik aletleri harika.. yapanlardan Allah razı olsun.. Ama Bostancı’ya geldiğinizde yine sinir hastası oluyorsunuz.. Deniz Otobüsleri’nin iskelesinde onlarca taksi, tabii iki şerit.. Taksiler dışında gelişi güzel park etmiş araçlar.. Adalar vapur iskelesinin karmaşası.. On adım ötede balıkçılar. Balık almak için duran araçlar.. Onların birkaç metre ilersinde kokoreç, midye satanlar, onlardan yiyecek almak için trafiğin içine edenler.. Ya sabır, diyorsunuz ama ortada tek bir trafik polisi, tek bir yetkili bile göremeyince deliriyorsunuz.. Yol yapımları, kavşaklar tamam da, göz göre göre İstanbul trafiğini felç eden uygulamalara bir son lütfen..

Yapmayın hocam

İsviçre’ye elendikten ve birçok çirkin olay yaşadıktan sonra Fatih Terim’i olayların sorumlusu ilan eden bir yazı yazmıştım. Hem taktik hatalar vardı ortada hem de Terim’in aşırı gerilimi.. Yaşananlar sonrası hocamız bir sakinleşir diye umut etmiştim.. Yanılmışım.. MHK Başkanı Mustafa Çulcu’yu düşüncelerinden ötürü öyle bir fırçalamış ki ekranda okuyunca şaşırıp kaldım.. Ne demiş Çulcu, "Asker kökenli biri olarak Aurelio’nun Türk vatandaşı olarak Milli Takım’da forma giymesi beni üzüyor.."

Terim bunun üzerine "Sen nasıl böyle şeyler söylersin" diye Çulcu’yu fırçalamış.. Hocam bu ülke özgür bir ülke.. Nasıl seni her şartta koruyanlar varsa, aldığın kararları eleştirenler de olabilir. Artık bunu kabullen.. Herkesin bir fikri var.. Ben de Çulcu’ya karşıyım. Ama onun fikrine saygı duyarım. Gerekirse ekranda da tartışırım ama saygılı bir çerçevede..

Maçtan hiç bahsetmiyorum.. Umarım bu gruptan çıkarız.. Umarım Türkiye hızlı gerilere düştüğü dünya futbol sıralamasında tekrar hak ettiği yerlere çıkar.. Yoksa siz hatalara devam ettikçe biz de sizi eleştirmeye devam edeceğiz hocam..

Lüksemburg tüyosu

Lüksemburg basınında maç sonrası bir başlık vardı: Türkler bizi kontratakla yendi, diye.. İşte size çok önemli bir tüyo.. Milli Takımımız’ın elinde Hagi, Alex, Kaka, Zidane, Sergen çapında çok büyük bir oyun kurucu yok. Ama hızlı ve bitirici forvetleri çok.. O zaman savunmayı sağlam kurup, geriden etkili toplarla rakibi vurmalıyız. Tüm hatlarımızla hücum ettiğimiz zaman Lüksemburg gibi dünya futbolunun en zayıf ülkelerinden biri karşısında bile zor durumlara düşüp, gol pozisyonu veriyoruz.. Silahımız önce savunma güvenliği, sonra kontratak olmalı, tıpkı Dünya şampiyonu İtalya gibi..
Yazarın Tüm Yazıları