27 yıl sonra yeniden Avrupa Konseyi’nde

STRASBOURG’daki Avrupa Konseyi binasının girişindeki büyük salonun birinci katında açılan fotoğraf sergisini dolaşmak, Türkiye’nin Avrupa Konseyi ile yaklaşık 60 yıldır sürmekte olan ilişkisinin önemli kavşak noktalarında sizi kısa ama anlamlı bir yolculuğun içine çekiyor.

Fotoğrafların bir bölümünde bugün hayatta olmayan ve dönemlerinde Avrupa Konseyi ile ilişkileri ileri götürmüş olan eski Dışişleri Bakanları var. Bunlar arasında 1949’da Türkiye’yi Avrupa Konseyi’ne üye yapan antlaşmaya imza atan CHP’li Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, Demokrat Parti döneminin Dışişleri Bakanlarından Fatin Rüştü Zorlu ve AP’li İhsan Sabri Çağlayangil dikkat çeken isimler.
Bazı fotoğraflar Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nde Türkiye’yi temsil eden milletvekillerine ayrılmış. Bugün hayatta olmayan Turhan Güneş ve İsmail Cem size fotoğrafların içinden tebessüm ediyorlar. Yakın dönemden de Hikmet Çetin ve Abdullah Gül hemen göze çarpan siyasetçiler.
DARBEYE EN SERT TEPKİYİ VERMİŞTİ
Avrupa Konseyi binası, bir gazeteci olarak hiç de yabancısı olduğum bir mekan değil. 12 Eylül askeri müdahalesinden sonra Cumhuriyet gazetesinin diplomasi muhabiri olarak düzenli bir şekilde gelip Türkiye hakkındaki eleştirel oturumları izlediğim mekan burası.
Batı dünyasında 12 Eylül’e en sert tepki bu binadan verilmişti. Avrupa Konseyi darbeyi sert bir dille kınamış, asambleye katılan Türk parlamenterlerin yetki belgeleri iptal edilmiş ve Türkiye’deki gelişmeler yakın gözetim altına almıştı.
O yıllarda asamblenin güz ve ilkbahar dönemi toplantılarında Türkiye’deki durum en önemli gündem maddesi olarak masaya yatırılır, askeri rejimin antidemokratik uygulamalarına ve işkencelere dikkat çekilir, her seferinde bir an önce demokrasiye dönülmesi çağrısı yapılırdı.
Ve yine o yıllarda Türkiye’de askeri bir rejimin baskısı altında bunalan insanlar açısından demokrasi ve insan hakları ihlalleri konusunda samimi olarak kaygılanan ve bu rejime baskı yapan bir kurumun olduğunu bilmek çok büyük bir güvenceydi.
TÜRK MİLLETVEKİLLERİ ZOR BELA DÖNDÜ
Hafta başına rastlayan Strasbourg ziyaretimden önceki son Avrupa Konseyi görevim tam 27 yıl önce olmuştu. Türkiye’de demokrasiye dönülmüş, Turgut Özal’ın ANAP’ı askerlere rağmen sandıktan muzaffer çıkmıştı. Ancak Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi yeni parlamenterlerin yetki belgelerini kabul edip etmemek, yani onları içeri alıp almamak konusunda bölünmüştü.
Bu konuda bir oylama yapılacaktı. Ankara’dan gelen ANAP, MDP ve Halkçı Parti’ye mensup milletvekilleri koridorda oylamanın sonucunu bekliyordu.
Çok kritik bir oylamaydı. Binanın dışındaki göstericilerin sesleri kulislere kadar geliyordu. 12 Eylül döneminde yurtdışına kaçmış olan yüzlerce solcu muhalif, Avrupa’nın dört bir tarafından Strasbourg’a gelip Avrupa Konseyi binasının önünde toplanmıştı. Türkiye’nin tam bir demokrasiye dönmediği gerekçesiyle yetki belgelerinin kabul edilmesine karşıydılar. Konsey’in koridorlarında bu konuda yürütülen kulis faaliyetinin başını bizzat Yılmaz Güney çekiyordu.
Ve 8 Mayıs 1984 tarihinde yapılan oylamada 50 aleyhte oya karşılık 90 oy Türkiye lehine çıkınca, Türk parlamenterleri 3 yıllık bir aradan sonra yeniden asamble salonundan içeri girebilmişti.
YENİDEN SALONDAN İÇERİ GİRİNCE
Tam 27 yıl sonra aynı çatıdan içeri girdiğimde Parlamenterler Asamblesi’nin başkanlık koltuğunda bir Türk milletvekilinin oturacağını düşünmek oylamanın yapıldığı o gün benim için ancak çok uzak bir hayal olabilirdi.
Üstelik 27 yıl sonra tanıklık ettiğim realitede, Asamble Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu, kürsüye konuşmacı olarak Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü davet edecekti.
Geçen süre içinde asambledeki parlamenter sayısı da bir hayli kalabalıklaşmıştı. O yıllarda karşı kampta olan ülkelerin çoğu demokrasiye geçmiş, onların milletvekilleri de asamble salonunda yerlerini almıştı.
Tam 62 yıl önce kurulmuş olan Avrupa Konseyi’nin üzerine inşa edildiği demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü değerleri bugün de sapasağlam yerinde duruyordu.
Cumhurbaşkanı Gül’ün şu sözleri belki durumu çok iyi özetliyordu: “Artık bir ortak Avrupa ordusuna ihtiyacımız yok. Ama ortak bir Avrupa vicdanı inşa etmeye ihtiyacımız var. Bu vicdanı büyüteceğimiz yer bu çatının altıdır.”
Yazarın Tüm Yazıları