Kaş’ta durum nedir acaba?

Çeşitli dersler çıkarılabilecek bu hikaye, yıllar önce aralarında Topesto’nun da bulunduğu bir grup arkadaşla birlikte tatil planlamamızla başladı...

Çok genciz, hiç parasızız ve kafamız yer seviyesinden hayli yüksekte geziyor.

Dört kişilik ekibin tatil için önerileri şöyleydi:

* Kaş’a gidelim. (En makul öneri buydu zaten.)

* Kamboçya’ya gidelim. (Yoğun şekilde Dead Kennedys dinleyen bir arkadaştan gelmişti bu abuk öneri. Bu abuk öneriyi getiren kişi bendim. Bir şekilde gidebileceğimizi düşünmüştüm hakikaten. Gençlik işte!)

* Sadece yola çıkalım, yol götürsün bizi. (Dünyaya geç gelmiş bir beatnik olan bu arkadaş, daha sonraki yıllarda değini tek başına yapmış ve Sibirya’dan, Malezya’dan, Tuva’dan filan kart atıp sinirlerimizi bir hayli yıpratmıştı.)

* Avşa’ya gidelim. (Yani bu kadar yaratıcı olunur. ‘Bari Kumburgaz’a, Mikrop Disko’ya gidelim güzelim. Hatta şu anda toz şeker gibi dağılıp evlerimize dönelim’ demiş ve hak ettiği yumruğu kafasına ekleştirmiştik...)

Uzatmayayım; netice itibarıyla 15 saat mi, 16 saat mi işte öyle bir süre insan haklarına aykırı bir otobüs yolculuğu neticesinde Kaş’a ulaşmıştık.

Kaş’ta kaldığımız 15 gün boyunca, deniz kestanesi, ekmek, su, bira, peynir, karpuzla beslenip; hayatta kalmak için yaptığımız son hamleyle otobüse atlayıp ailelerimizin yanına İstanbul’a dönmüştük.

Bu arada ‘beatnik’ arkadaş, Ali Sami Yen Stadı’nın Yeni Açık tabir edilen tribününü oluşturacak sayıda turist kıza aşık olmuştu.

Avşa’yı öneren arkadaşı, beynimiz beyaz peynire dönüşecek seviyede beyaz peynir yediğimiz bu yoksul tatil sürecinde zulaladığı parayla köfte yerken yakalayıp tekrar köteklemiştik.

Topesto, ilginç bir şekilde deri bilezik yapan birileriyle tanışıp kendini bu sanata adamıştı. Hálá, bunun tek sebebinin deri bilezik yapıp tatili bedava getirme amacındaki ekibin bir neferi olan ve fena halde ‘cool’ takılan çakır gözlü kız olduğunu kabul etmez.

Kız, ayrıca ‘İçsel’ lafını kullanan ilk insan olarak da tarihimizde ayrı bir yere sahiptir. ‘İçsel’ ne demek ya?...

Bu arada ben ne yapıyordum peki? Her gün uyanıp ‘Dönelim İstanbul’a’ diyen, akşam antik tiyatroda biraları içtikten sonra ‘İyi ki geldik di mi arkadaşlar’ şeklinde dönekliğin dalağını yaran ve tatil boyunca 47’nci sayfadan sonrasını okuyamadığım Ulysses’i okurmuş gibi yapan zibidi şeklinde takılıyordum.

*

Bu tatilin ardından diğer iki arkadaşımızla bir tatil planı yapmadık. Fakat Topesto’yla her biri hem sinir bozucu, hem de hayat boyu unutulmayacak güzellikte pek çok tatil yaptık.

Beraber tatil hadisesi zaman içinde değişen şartlar yüzünden ortadan kalktı.

Ta ki; bundan üç yıl önce, hem de Topesto’nun kullandığı bir otomobille, bir arkadaşımızın İzmir’deki düğününü bahane ederek Ege’ye inme kararı alana kadar.

Bu arada ben İstanbul’dan başka hiçbir yerde (belki bir de Londra) mutlu olamayacağına net bir şekilde karar vermiş, İstanbul’dan 3 günden fazla uzaklaşmamak için her türlü yalanı söyleyebilecek bir insana dönüşmüşüm.

Topesto da benim gibi ama onun dayanma süresi bir hafta...

İzmir’deki düğünün ardından yavaş yavaş güneye doğru inmek gibi bir plan yaptık.

Çeşme’ye ulaştığımızda tatili kesip geri dönmeyi önerdim.

Çeşme’de kumru yedik, başka arkadaşlarla buluştuk, başka arkadaşlarla bira içtik, bünyeyi tuzlu suya bandırdık ve ben İstanbul’a dönmeyi önerdim.

Gümüşlük’te başka arkadaşlarla buluştuk, başka arkadaşlarla bira içtik, bünyeyi tuzlu suya bandırdık ve ben İstanbul’a dönmeyi önerdim.

Çökertme’de başka arkadaşlarla buluştuk, başka arkadaşlarla biralandık ve ben İstanbul’a dönmemiz gerektiğini söyledim.

Ören’de başka arkadaşlarla buluştuk ve ben İstanbul’a dönmememiz durumunda Topesto’da kalıcı hasar bırakabilecek bir fiziksel müdahalede bulunabileceğimi belirttim.

Fethiye’de başka arkadaşlarla buluştuk, ben Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ını bitirdim ve İstanbul’a dönmek istemediğimi söyledim. Topesto da bana katıldığını belirtti...

*

O tatilden bu yana yine birlikte tatile çıkmadık. Bu yaz planlıyorduk bir tatil, fakat benim için çok mühim birini kaybedince, tatili iptal ettik.

Geçen hafta Manchester United-Arsenal maçının ilk yarısını seyrederken Topesto, ‘Usta önümüz bayram, yapalım mı bir tatil?’ dedi.

‘Riko, sen, ben gibi hasta bir kadro mu düşünüyorsun?..’ diye cevap verdim.

‘İyi olmaz mı?’ dedi.

‘Olmaz’ dedim.

‘Bence olur’ dedi.

‘Bakalım o zaman’ dedim ve ‘Kaş’a gitmeyeli kaç yıl oldu usta’ diye devam ettim.

‘Çok’ dedi.

‘Bakalım...’ dedim.

Kaş çok değişmiş midir acaba ya?..

John Peel’i tanır mıydınız?

John Peel ölmüş. Arkadaşım Afşin Akın, Billboard’da yayınlanan haberi elektronik posta marifetiyle yollamış...

John Peel kimdir diyeceksiniz haklı olarak. Müzikle kafayı bozmuş kimselerin dışında pek kimsenin tanımaması normaldir memleketimizde.

Neticede, ‘Ne işle meşguldü bu adamcağız?’ deseniz verilecek en kestirme cevap ‘John Peel, BBC radyosunda DJ’lik yapardı’ olur.

DJ dendi mi aklına ‘Merıbaaaaaaa; ben diiiceyiniz Aytepik! Sıradaki şarkıyı canımın içisi Şekoş’a yolluyom. Hadi baaaaaay!’ diyen tipler gelenlerdenseniz ‘John Peel ne yapmış ki bu kadar mühimdir allasen’ şeklinde düşünürsünüz, ben de ‘Eh, haklısın bir yerde birader’ der, kafamı öne eğerim.

John Peel, 1960’larda teknelerle denize açılıp korsan yayın yapan radyolarda kimselerin çalmadığı, çalmaya cesaret edemediği grupları çalmış bir adamdı mesela.

Kimsenin çalmaya cesaret edemeyeceği grupları çalarak, onların şöhrete kavuşmasını sağladı. David Bowie’den Radiohead’e, Joy Division’dan Undertones’a, aklınıza gelebilecek pek çok ‘ayrıkotu’ onun sayesinde duyurdu müziğini.

Bu işi yıllardır BBC’de sürdürüyordu.

‘John Peel Sessions’ dediğinizde ciddi ve çok afili bir şey demiş olurdunuz.

Programlarını, internet aracılığıyla takip ederdim bu çok mühim figürün.

Peru’da, 65 yaşında, karısıyla tatildeyken kalp krizi geçirip ölmüş.

Ardından, aklınıza gelebilecek bütün rock grupları yas tuttu mesela. Joy Division ve New Order’dan tanıyacağınız Bernard Sumner, ‘Peel olmasa, ne New Order olurdu ne de Joy Division’ demiş mesela.

Başbakan Tony Blair de üzüntülerini bildirmiş mesela.

BBC 1, ölüm haberinin ardından John Peel’in şöhrete ulaştırdığı ve en sevdiği şarkı olan Undertones’un ‘Teenage Kicks’ini çalmış mesela.

Bütün bunları okuduktan sonra, Undertones’un albümünü buldum CD’lerin arasından ve Peel’in anısına 5 kez de ben dinledim.

Kimseyi ilgilendirmeyebilir John Peel’in ölümü aslında Türkiye’de. Ama beni ve Afşin’i ilgilendiriyordu işte. Yeter de artar bile...

37 portrelik bir sivil ansiklopedi

Kitap Fuarı’na ‘Hafta içi boş olur’ düşüncesiyle gidilmiş... Okul gezilerini hesaplayamamışız tabii ki. Yüzlerce çocuk eşliğinde geziyorum stantları.

Yapı Kredi Yayınları’nda kitapları karıştırırken Ümit Bayazoğlu’nun ‘Uzun, İnce Yolcular’ adlı kitabını görüyorum.

Express ve Roll’daki yazılarını bilirim en çok. Gergedan (ne güzel dergiydi), Akşam-lık, Haftanın sesi, Tempo, Nokta ve EP’de de yazmış.

Kitabı ‘almaya eğilimli’ bir şekilde karıştırıyorum.

37 portreden mürekkep bir ‘sivil ansiklopedi teklifi’.

Pek beğendiğim bu ‘sivil ansiklopedi teklifi’ lafı Bayazoğlu’nun önsözünden tırtıklanmıştır.

Kitapta ‘halktan hiç hoşlanmayan fakat gelin görün ki; apartmanının kapıcısının kucağına düşerek son nefesini veren’ Benli Belkıs’tan, Hataylı Mehmet Cemil’in Gine’de tanışıp filmlere konu olacak bir maceranın ardından evlendiği kabile reisinin kızı Camaa Fatumata Sökmen’e kadar pek çok gizli hayatın dökümü yapılıyor.

Çok güzel, okurken ‘Niye 137 değil de 37 tane ki bu portreler?’ dedirten bir kitap.

Ümit Bayazoğlu’nun kitabını aldığım günden beri, tanıdıklarımı telefonla filan arayıp ‘Alın, okuyun’ diyorum.

Burada yazmak daha kolay bir duyurma şekli oldu herhalde.

Roma’da bir gece, ‘Halı serin, dans edeceğim’ diye bağıran ve jet sosyetenin, Federico Fellini, Tyrone Power gibi isimlerin önünde, yere atılan erkek ceketleri üzerinde Anita Ekberg’le dans eden Ayşe Nana’nın, 1938’de Almanya’da kılıçla yapılan düelloda bir Nazi’yi yenen Süheyl Furgaç’ın veya Hippiler Kraliçesi Perihan’ın öykülerini okumak ve mesela bu arada zamanında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu düelloya davet etmiş olduğunu öğrenmek için... İyi bir kitap okumak için edinilmeli.
Yazarın Tüm Yazıları