2011’de Türkiye dünyada nereye gitti?

BUNDAN tam bir yıl önce Türk dış politikasının 2011’deki muhtemel seyriyle ilgili bir tahminde bulunmamız istenseydi, herhalde çok azımız bugün geldiğimiz noktayı öngörebilirdik.

2011’e girerken Ortadoğu’da tek değişiklik işareti, 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta Muhammed Buazizi adındaki bir sokak satıcısının kendisini yakması üzerine ortaya çıkan huzursuzluktu. Tunus’ta çıkan olayların, Ortadoğu’da ne kadar büyük bir yer sarsıntısını tetiklemiş olduğunu kestirebilmek o an için güçtü.

TÜRKİYE HALKLARIN YANINDA YER ALDI

Tunus lideri Zeynel Abidin Bin Ali, büyüyen protesto dalgası karşısında 14 Ocak’ta ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Ardından ocak ayı sonunda Kahire’de Tahrir Meydanı’ndaki gösteriler patlak verdi ve 11 Şubat’ta da Hüsnü Mübarek rejimi çöktü. Libya’da eş zamanlı bir şekilde başlayan olaylar NATO müdahalesini de davet ederek kanlı bir sürece girdi ve ardından Kaddafi rejimi de tarihe karıştı.

Kuzey Afrika’da 2011’in başında çok kısa bir zaman dilimi içine sığan bütün bu dramatik olaylar aslında içinde bulunduğumuz yüzyılda tarihin ilk büyük kırılması anlamına geliyor. Ortadoğu’daki miadını doldurmuş otoriter rejimlerin çökmeye başladığına ve ilk kez içten gelen bir taleple demokrasiye geçiş sürecinin harekete geçtiğine tanık oluyoruz. Bir anlamda, 1990’ların başında Avrupa’da Berlin Duvarı’nın çöküşüyle başlayan büyük devinimin bir benzeri yaşanıyor bölgede.

Tabii, Ortadoğu’daki bu büyük çatırdamanın sonuçları Türkiye açısından bir dizi kritik sınavı, riskleri, fırsatları ve krizleri de beraberinde getiriyor. Denilebilir ki, Türk dış politikasının Ortadoğu ayağının son 50-60 yıldır üzerine oturduğu zemin birden yerle bir olmuştur.

Ak Parti hükümetinin bölgedeki bu dramatik geçiş sürecine doğru bir karşılık verdiğini söylemeliyiz. Türkiye, yer yer bazı gecikme ve yalpalamalarla da olsa ana tercih olarak tarihin akışı doğrultusunda, demokrasi ve değişim talebinden yana tutum almıştır. Baskıcı rejimlerin değil, halkların yanında durmuştur.

SURİYE POLİTİKASI YERİNDE ANCAK...

2011, Türkiye’nin Ortadoğu’daki gelişmelere her zamankinden daha fazla müdahil olduğu ve önemli bir etki icra edebildiği bir yıl olmuştur. Özellikle Davos çıkışı sonrasındaki İsrail söylemiyle bölge halklarında büyük bir sempati toplayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geçen sonbahardaki Kuzey Afrika gezisinin de gösterdiği gibi Ortadoğu’nun en önemli aktörlerinden biri konumuna gelmiş, bu durum Batı’nın kendisine bakışını da etkilemiştir.

Türkiye, Ortadoğu’daki ağırlığını artırırken Suriye ve Irak olmak üzere iki önemli krizi de bütün sıcaklığıyla kapısında bulmuştur. Suriye’deki rejimin halkına karşı başvurduğu acımasız bastırma yöntemlerine karşı alınan tavır ilkesel bazda yerindedir. Bununla birlikte, Suriye politikasının uygulaması ve kullanılan üslupta Türkiye’nin bu alandaki birikimi ve tecrübesiyle bağdaşmayan unsurlar dikkat çekiyor.

Amerika’nın iki hafta önce Irak’tan çekilmesinin hemen ardından Sünni-Şii kavgasının başlaması bu ülkenin çözülme sürecinin tahminlerden önce başlayacağını gösteriyor. Irak içte bu kargaşa ortamına girerken, Türkiye Şiiler tarafından açıkça Sünnilerden yana “taraf” ve Irak’ın “iç işlerine karışan” bir aktör olarak algılanmaktadır. Sonuçta Türkiye, 2012’yi hem Suriye hem de Irak’ta rejim değişikliği ve iç savaş senaryolarıyla uğraşarak geçirecek, her iki ülkedeki istikrarsızlıkların bütün serpintilerine açık olacaktır.

ABD İLE SÜRPRİZ YAKINLAŞMA

2011’in dış politikadaki en düşündürücü sonucu AB ile müzakerelerin artık fiilen durmuş olmasıdır. Rayların üstünde yerinden oynamayan bir trenin durumuna benziyor müzakere süreci. Fransa Ulusal Meclisi’nin son kararı, Türkiye’nin AB perspektifi üzerindeki belirsizliği daha da artırabilir.

Buna karşılık Avrupa cephesinde Türkiye söz konusu olduğunda kurumsal olarak Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ön plana çıkmaya başlaması yeni bir durumdur. Bunun nedeni, Türkiye’nin ilk kez ifade özgürlüğü alanındaki sorunlar ve tutuklu gazeteciler nedeniyle Batı dünyasında demokrasisi problemli bir ülke olarak algılanmasıdır.

Batı politikasında 2011’in en önemli değişikliği, ABD ile ilişkilerde son bir balayı dönemine girilmiş olmasıdır. ABD yönetimi, Ortadoğu’nun girdiği çalkantılı değişim süreci içinde bölgede dayanabileceği tek ülke olarak Türkiye’yi görüyor. Ak Parti hükümetinin İran ve Suriye politikasında Washington’a yakın çizgilere gelmiş olması bu yakınlaşmayı güçlendiriyor.

Sonuçta 2012’ye girerken dış politikada yörüngesi biraz daha Ortadoğu’ya kayan, bölgesel sorunlarla daha fazla meşgul hale gelen, Avrupa’dan uzaklaşırken Batı politikasındaki bu açığı Atlantik ötesinden Washington’la yakınlaşarak telafi eden bir Türkiye var yerkürenin üzerinde.
Yazarın Tüm Yazıları