2008’in rotasını IMF ile ilişkiler belirler

2008 yılı hem gelişmiş ülkelerdeki rahatsızlıkların hem de yurt içindeki siyasi kararsızlığın ve ataletin gölgesinde geçecek gibi görünüyor. Her iki unsur da yurt içindeki beklentileri yakından ilgilendiriyor.

Yeni yılın tümünü ve gelecek yılları şekillendirecek en önemli unsurlardan biri IMF ile ilişkilerin alacağı biçim. Bu aşamada Türkiye’nin Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yine güçlü bir program yaparak yoluna devam etmesi Türkiye dışında oluşabilecek olumsuzluklara karşı önemli bir sigorta görevi görebilir. 2007 yılında IMF ile ilişkiler çok ciddiye alınmadı. Aynı yanlışı bu yıl tekrarlamanın maliyeti içinde yaşanan şartlarda daha ağır olabilir.

IMF ile yapılabilecek güçlü bir program bir dizi reformları içerecektir. Reformların zamanında ve kararlılıkla uygulamaya konulması yurtiçindeki beklentileri de olumlu etkileyecektir. Türkiye ekonomisi 2002 yılında olduğu gibi yeni bir ivme kazanabilecektir. Aksi taktirde, oluşacak olumsuz dinamiklerle geriye düşüş söz konusudur. Bir anlamda, düşmemek için yükselmek zorundayız.

ENFLASYON

2008 yılına düşmeyen enflasyon ve düşen ekonomik büyüme ile girdik
. Elektrik ve doğalgaz gibi alanlarda yapılacak fiyat ayarlamalarıyla enflasyon görünümü bir süre daha bozuk seyredecek. Bu aşamada ücret ayarlamalarının, belki de haklı nedenlerle, geçmiş enflasyona göre yapılması enflasyondaki katılıkları artırabilecektir.

Düşen büyüme karşısında Merkez Bankası üzerinde hedef enflasyon yerine ekonomik büyümeye daha fazla önem vermesi yönünde oluşan baskıların artması ve Merkez Bankası’nın bu baskılara dayanamaması enflasyonun geleceği açısından talihsizlik olur. Merkez Bankası’nın oluşan baskılara direnebilmesi halinde dahi, oluşan olumsuz dinamiklerle bu yıl da enflasyon yine hedefin oldukça üzerinde gerçekleşecek gibi görünmektedir.

Enflasyona odaklı kararlı bir para politikası uygulanması durumunda, 2008 yılı sonunda enflasyonun yüzde 5.5-7.5 aralığında oluşması olasıdır. Ama, ekonomik büyümeyi önemseyen bir para politikası uygulanması durumunda, enflasyondaki olası bant yüzde 9-12 aralığıdır. Böyle bir durumda, enflasyon hedeflemesi de ciddiyetini iyice yitirecektir. Hedef, hedef olmaktan çıkıp rüya haline dönüşecektir. Zaten, şimdi de biraz bu duruma geldi.

Yüzde 4 enflasyon hedefi bütçede ciddi çaba ister

2008 yılında Türkiye ekonomisine yönelik en büyük risklerden biri kamu kesimi finansman dengesine yönelik uygulamalar olabilir. Geçen yıl kamu kesimi finansman açıklarında hedefler tutmadı. Bu yıl daha zayıf, ama daha gerçekçi hedefler belirlendi. Bu hedeflere varılması dahi çaba ve kararlılık gerektiriyor.

Bütçe açığı, 2007 yılında 15 milyar YTL kadar olacağı tahmin edilirken, 2008 de 18 milyar YTL olacağı hedeflenmektedir. Enflasyon hedefine göre, bütçe açığında öngörülen artış küçümsenmemelidir. Bütçe giderlerinde yüzde 10’a yakın, gelirler de ise yüzde 10’un biraz üzerinde artışlar hedeflenmektedir. Hedef enflasyonun yüzde 4 olduğu bir dönemde bütçe hedeflerini tutturmak ciddi bir çabaya ihtiyaç gösteriyor.

Programa alınan fiyat ayarlamaları ve fiyatlandırma mekanizmalarıyla, kamu iktisadi kuruluşlarının finansman dengesi bu yıl geçen yıldan daha iyi olabilir. Ama, bütçedeki bu hedefler dahi enflasyona odaklı para politikası uygulamalarını zora sokabilir.

Dış açıklar kırılganlık unsuru olmayı sürdürecek

DÜŞÜK ya da yüksek, ekonomik büyüme oldukça, dış açıklar artmaya devam eder. Normal şartlarda dış açıkları finanse edecek uluslararası sermaye hareketleri hacmi müsait görünmektedir. Çalkantılı dönemlerde dış açıkların büyüklüğü elbette kırılganlık unsuru olmaya devam edecektir. Bu aşamada, Türkiye açısından önemli olan artan dış açıkların yaratabileceği kırılganlıkları ekonomiye esneklikler kazandırarak telafi etmeye çalışmaktır. Yani, yurt dışının güvenini sarsacak ortamları yaratmaktan kaçınmak zorundayız. Her yıl 50 milyar dolar taze yurt dışı kaynak bulmak şımarıklık yapma lüksümüzü giderek yok etmektedir.

IMF destekli güçlü bir orta vadeli programın yeniden uygulamaya girmesi ekonomik büyümeyi hızlandıran, enflasyon düşüşünü kolaylaştıran bir olgudur. Böyle bir durumda, döviz kurlarında istikrarı yakalamak da kolay olacaktır. Türk Lirası’nın reel anlamda değer kaybetmesi ancak yurtiçi ve yurtdışında beklentilerin radikal bir biçimde bozulmasıyla gerçekleşebilir. Kısacası, kriz yaratmadığımız sürece, YTL değer kazanacaktır. En azından, değer yitirmeyecektir.

Büyüme için karamsar olmaya neden yok

EKONOMİK büyüme konusunda o denli kötümser olmak için fazla neden yoktur. Türkiye’de ekonomik büyüme yurt dışından giren taze yabancı kaynağa ve döviz kurları konusundaki beklentilere endekslidir.

Özellikle gelişmiş ülkelerdeki rahatsızlıkların yılın ilk üç ayında azalması durumunda çok farklı bir görünüm oluşabilir. Türkiye’deki ekonomik birimlerin yurt dışından taze para akışında bir sorun olmayacağı yönünde oluşacak beklentileriyle döviz kurlarında istikrarın bozulmayacağı görüşü hakim olduğunda, ekonomik büyüme yeniden hızlanabilecektir.

Olumlu beklentileri tetikleyecek en önemli unsur yapısal reform programına sadık kalmaktır. Bunun yanında, özelleştirme programının aksamadan devamı ve bu yolla gelecek sabit sermaye yatırımları da beklentileri olumlu yönde etkileyecektir. Olumlu bir ortamda ekonomik büyüme bu yıl yüzde 6’ı aşabileceği gibi, olumsuzlukların devam etmesi durumunda ekonomik büyümenin yüzde 3’ün altına gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Ekonomik büyümenin nerede gerçekleşeceği ile Merkez Bankası’nın kısa vadeli faiz politikası arasında bir ilişki aramak yanlıştır. Dolayısıyla, enflasyona odaklı güçlü bir para politikası uygulaması dahi ekonomik büyümedeki performansı etkilemeyebilecektir, hatta beklentilerin iyileşmesi yoluyla büyümeye destek verecektir.

Yurt dışı yatırımcıların Türkiye’ye yönelik orta-uzun vadeli beklentilerinde kalıcı bir olumsuzluk yaratmamak için son dönemde gözlenen büyümedeki yavaşlamanın geçici bir olgu olduğunu göstermek zorundayız. Türkiye ekonomisine çeşitli alanlarda esneklik kazandıracak reformların kararlılıkla uygulanmasının önemi bu açıdan da çok büyüktür.
Yazarın Tüm Yazıları