15 yıllık bir faili meçhul cinayetin tanıklığı

Üç kişiydiler. İstanbul’da Çınar Oteli’nin önünden kaçırıldılar. Kaçıranlar yedi-sekiz kişiydi; ellerinde silah vardı ve tek tip yelek giymişlerdi. Üç kişinin cesetleri bir gün sonra Bolu Yığılca’da bulundu. Geçen gün bir gazetede kaçırılıp öldürülen bu üç kişinin ölüm yıldönümü ilanını görünce eski yıllara gittim. Neler yaşamışız o kábus dolu günlerde.

MAYIS 1996...Daha meşhur Mercedes, kamyonla çarpışmamış, Susurluk Çetesi ortaya çıkmamıştı.

"Behçet Cantürk’ün Anıları" kitabımı bitirmiş, okuması için Hasan Yalçın’a vermiştim.

Hasan Yalçın gazetecilikte benim ilk öğretmenimdi. Okuduktan sonra, "Çetenin işlediği cinayetleri niye kitabın arka sayfalarına sakladın, bence kitaba bu faili meçhul cinayetlerle giriş yap" dedi.

Hiç unutmuyorum, "Korkuyorum" dedim./images/100/0x0/55ea1fb6f018fbb8f86caff5

Devleti çıplak görmüştüm...

Hasan Yalçın ısrar etmedi; çünkü "Binbaşı Ersever’in İtirafları" kitabının öncesi ve sonrasıyla neler yaşadığımın birincil tanığıydı.

Evet, takvim yaprakları daha 3 Kasım 1996 tarihini göstermemiş, Susurluk’taki kaza olmamıştı.

Ama bir çetenin işlediği cinayetler biliniyordu.

Görgü tanıklarının ifadeleri sonucu çizilmiş robot resimlere bakarak bile kimlerin cinayetleri işlediği ortadaydı. Ancak herkes korkuyordu. Kimse yazmıyordu/yazamıyordu. Biliniyordu ki kaçırılıp, kafanıza bir kurşun sıkılarak kör kuyulara atılma tehlikesi vardı.

O kábus gibi olayların üzerinden yıllar geçti.

Geçen hafta bir gazetede "faili meçhul" cinayete kurban giden üç kişinin ölüm yıldönümü ilanına rastladım. Cinayetin üzerinden 15 yıl geçmiş.

Katilleri hálá belli değil!..

Susurluk soruşturmalarında adımlar atılmış, ancak sonuç alınamamıştı.

Kaçırılıp öldürüldüler

Gazetedeki ölüm yıldönümü ilanını görünce yıllar öncesine gittim.

Tarih 4 Kasım 1993.

Başbakan Tansu Çiller, İstanbul Holiday Inn Oteli’nde açıklamayı yaptı:

"Türkiye, milis hareketi niteliğine dönüşmüş ve yaygınlaşmış bir terör hareketiyle karşı karşıyadır. /images/100/0x0/55ea1fb6f018fbb8f86caff7PKK’nın haraç aldığı işadamları ve sanatçılarının isimlerini biliyoruz, hesap soracağız."

Hesap soruldu mu; bilmiyorum!

Bildiğim, o tarihlerde ardı ardına cinayetlerin işlendiği:

14 Ocak 1994; İstanbul’da Liceli Behçet Cantürk, şoförü Recep Kuzu’yla birlikte kaçırılıp öldürüldü.

25 Ocak 1994; Ankara’da Liceli Sefa Erciyes kaçırılıp öldürüldü.

25 Şubat 1994; Ankara’da Liceli Yusuf Ekinci kaçırılıp öldürüldü.

28 Mart 1994; İstanbul’da Liceli Fevzi Aslan ve yeğeni Salih Aslan birlikte kaçırılarak öldürüldü.

20 Mayıs 1994; Ankara’da Hakkárili Namık Erdoğan kaçırılıp öldürüldü.

3 Haziran 1994; İstanbul’da Liceli Adnan Yıldırım ve Yüksekovalı Savaş Buldan, Hacı Karay ile birlikte kaçırılarak öldürüldü.

Liste; Medet Serhat, Faik Candan, Recep Yaşar diye uzayıp gidiyor.

Bir de kaçırılıp cesedi hálá bulunamayan Liceli Fehmi Tosun gibi kayıplar var.

’Biz polisiz’ dediler

3 Haziran 2009 tarihli gazetede Adnan Yıldırım, Savaş Buldan ve Hacı Karay’ın ölüm yıldönümü ilanını görünce soruşturma dosyalarını bir kez daha okudum.

Bakın tanıklar olayı nasıl anlatmışlardı:

Sabahattin Uz: "Çınar Oteli’nin kapısında 2 Haziran 1994 günü saat 23.00’ten 3 Haziran 1994 günü saat 07.00’ye kadar dormen olarak görev yaptım. Otelin müşterisi olan ve ismen bildiğim Adnan, Savaş ve Hacı adlı şahısların saat 24.00 sıralarında otelden çıkarak casino kısmına geçtiklerini gördüm. Saat 04.30 ile 05.00 sırasında casinodan çıktılar. Otelin kapısına doğru geldikleri bir sırada, nereden geldiklerini görmediğim altı-yedi kişi, iki ayrı otodan indiler. Adnan Yıldırım, Hacı Karay ve Savaş Buldan’ı otelin duvarına dayayıp aradıklarını gördüm. Arama yaptıkları bir sırada içlerinden bir şahsın ’Biz polisiz’ dediğini duydum. Hemen akabinde Adnan ve Savaş isimli şahısları hızlı bir şekilde hatırlayabildiğim kadarıyla 34 CK 420 plakalı koyu renkli Mercedes’e zorla bindirdiler. Üçüncü sahsın otoya bindirildiğini görmedim. Bu arada Mercedes’in kapısını kapatan şahsın, ’İfadelerinizi alıp bırakacağız’ dediğini duydum. Mercedes hızla olay yerinden uzaklaştı. Mercedes’in kapısını kapatan şahıs, spor bir arabaya binip Mercedes’i takip etti."

’Tek tip yelek giymişlerdi’

Hüseyin Kılıç: "Çınar Oteli’nde güvenlik görevlisi olarak çalışırım. Olay günü saat 04.30 sıralarında, dışarıda bulunduğum bir sırada, casinodan müşteriler dağılmak üzereydi. Bu sırada devamlı müşterilerimiz olan Savaş Buldan, Hacı Karay ve Adnan Yıldırım ile yanlarında bulunan bir şahıs casinodan çıktılar. Tahminen 25 metre gittiler. Bu sırada tahminen yedi-sekiz kişi tarafından duvara dayatılarak üzerlerinin arandığını gördüm. Bu üzerlerini arayan kişilerin hepsi tek tip yelek giymişlerdi. Hepsinin elinde silah bulunuyordu."

Serdar Özdemir: "Çınar Oteli’nde taksi durağında çalışıyorum. Ticari taksimle müşteri beklediğim sırada üç kişi casinodan çıkıp otele geldiği bir sırada, yine otelin park yerinde bulunan iki otodan çıkan tahminen yedi-sekiz kişi, bu şahısların üzerine yürüdü. Bu şahısları duvara dayayıp üzerlerini aradılar. Ardından otoya bindirip hareket ettiler. Aramızda mesafe 10 metre kadardı. Ancak sırtları bana dönük olduğu için yüzlerini göremedim. Bu otolar siyah renkli 300 SEL Mercedes ile vişne çürüğü Hyundai markaydı. Plakalarını göremedim. Ayrıca bu iki otonun dışında bir spor araba daha vardı. O da iki otoyu takip etti. Ben bu şahısları ilk önce polis sandım; üzerlerinde hepsinin yelek vardı."

’Silah sesi duydum, korktum’

Ayşe Uzun: "Bolu İli Yığılca İlçesi Hoşafoğlu Köyü’nde oturuyorum. Evimin balkonundan okula gönderdiğim kızımın arkasından bakarken saat 07.30 sıralarında önce kırmızı renkli Mazda, arkasından açık yeşil renkli Mazda ile onun arkasından bej renkli tahminen Mazda olan araçların ilçe içerisinden Hacılar Köyü Taşlıkmelen istikametine gittiğini gördüm. Hatta üç aracın arka arkaya gitmesinden şüphelendim ancak plakasını alamadım. Ben, köylerin birinde cenaze vardır, ona gidiyorlardır diye kendi kendime söylendim."

Ayşe Araç: "Bolu İli Yığılca İlçesi Hacılar Köyü’nde oturmaktayım. Evimden saat 08.30-09.00 sırasında köyümüzün doğu tarafına düşen Hatip Değirmeni mevkiinde bulunan bahçemdeki biberleri sulamak üzere tek başıma bahçeye gittim. Köyümüzün Taşlıkmelen mevkiinden iki el silah sesi duydum. Yanımda kimse yoktu, silah sesini duyunca korktum, köye döndüm."

’Konuşması efendi, moderndi’

Şevki Öztürk: "Bolu İli Yığılca İlçesi Yaylatepe Köyü’nde oturuyorum. Saat tahminen 09.30 sıralarında Yığılca istikametinde iki adet otomobil köye girdi. Benim bulunduğum yere gelince yavaşladı. Sonra Yedigöller istikametine hızla uzaklaştılar. Araçlardan önde olanı koyu kırmızı, bordoya benziyordu. İçinde iki şahıs vardı. Şahıslardan biri şoför mahallinde oturuyordu. Şahısların yüzünü tam olarak hatırlamıyorum. Aracın tüm camları kapalı ve renkliydi. Bu aracın hemen arkasında bulunan araç krem, toprak rengindeydi. Bu aracın da camları kapalı ve renkliydi. Ancak araçta kaç kişi oldukları görülebiliyordu. İkinci aracın içinde üç kişi vardı. Şahıslardan biri arkaya ikisi öne oturmuştu. Her iki aracın da plakası 34 ile başlıyordu. Bu iki araç bizim köyü geçtikten sonra üçüncü bir otomobil köye girdi. Bu aracın rengi açık mavi, gök mavisiydi. Aracın içinde üç kişi vardı. İkisi önde biri arkada oturuyordu. Bu araç bizi görünce hafif yavaşladı, aracı kullanan camı yarım şekilde açarak ’Yedigöller bu tarafta mı’ diye sordu. Ben de evet dedim. Bu araç da Yedigöller istikametine gitti. Üçüncü şahsın kullandığı aracın plakası 06 ile başlıyordu. Bana Yedigöller’i soran şahıs kısa saçlı, alnı hafif açıktı. Sakalsız, ince bıyıklıydı, yüzü hafif uzundu. Konuşması efendi, moderndi."

’Burada birkaç ölü yatıyor’

İrfan Kurşuncu: "Bolu İli Yığılca İlçesi Hacılar Köyü’nde oturuyorum. Aynı köyde oturduğum amcam İsmail Taşcan’ın yanına balık tutmak için motorumla gittim. Saat 19.45 sıralarında amcam İsmail’le birlikte ağlarımızı alarak devamlı balık tuttuğumuz Melen Deresi’nin Taşlıkmelen mevkiine gittik. Oraya vardığımızda saat 20.15 filandı. Motoru stop edeceğim sırada, hemen arkamda oturan amcam, ’Bak şurada çukurda adam yatıyor, sarhoş olabilir’ dedi. Motordan inip çukurdaki şahsa baktığında, ’Bunlar ölü, burada birkaç kişi daha yatıyor, buradan gidelim’ dedi. Bunun üzerine motoru çalıştırarak Yığılca jandarmasına haber verdik."

Zanlı bir gazeteci

Savaş Buldan’ın vücuduna iki, başına bir; Adnan Yıldırım’ın başına bir; Hacı Karay’ın vücuduna ve kafasına birer kurşun sıkılmıştı.

9 mm Parabellum tipi, dört adet SB Luger marka, bir adet WCC marka; beş adet boş kovan, üç ayrı tabancadan atılmıştı.

Balistik incelemelere göre, olayda kullanılan tabancalar daha önce meydana gelen faili meçhul olaylarda kullanılmamıştı.

Aradan 15 yıl geçti.

Katiller hálá bilinmiyor.

Diyeceksiniz ki, "İşte Ergenekon Soruşturması’yla ortaya çıkacak".

Evet, iddianamenin ekler bölümünde bu cinayet de geçiyor.

Nasıl geçiyor biliyor musunuz; Ergenekon tutuklusu Hikmet Çiçek’te, "Susurluk timi"nden "Cavit" adlı birinin gönderdiği bir mektup bulunmuştu.

"Cavit"in kim olduğu bilinmiyor. Hikmet Çiçek ise, "Binbaşı Ersever’in İtirafları" ve "Behçet Cantürk Anıları" kitaplarını yazdığımda bana en büyük yardımı yapan, yedi yıl birlikte çalıştığım gazeteci.

Ne diyebiliriz ki:

Ey suçlu Gazeteci Hikmet Çiçek!

Kalk ve kendini savun şimdi; bu üç adamı nasıl öldürdün?..

Öyle ya... Kimse kılını bile kıpırdatmazken faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması için yıllarını harcarsan, işte böyle kodesi boylarsın. Hak ettin!

Sana ne kontrgerilladan, Susurluk Çetesi’nden, Gladio’dan.

Yoksa böyle yatarsın Ergenekon’dan...

Bu acı şaka bir yana...

Katillerden birinin bile ortaya çıkarılmaması ilginç değil mi?

Sahi hiçbirinin adı niye Ergenekon’da geçmiyor?..

Pervin Buldan’ı tanıyor musunuz?
/images/100/0x0/55ea1fb6f018fbb8f86caff9
ADI Pervin Buldan.

Kaçırılıp öldürülen Savaş Buldan’ın eşiydi.

O da Yüksekovalıydı. Teyze çocuklarıydılar.

Savaş 1961, Pervin 1967 doğumluydu.

Öldürüldüğünde Savaş 33, Pervin 27 yaşındaydı.

Bir çocukları vardı: Neçirvan.

Savaş Buldan öldürüldüğünde Pervin Buldan ikinci çocuğu Zelay’a hamileydi.

Ölüm haberini alınca bayıldı. Erken doğum yaptı.

Dünyaya küstü.

Bir yıl sonra kendi başına gelenin başkasının başına gelmemesi için Cumartesi Anneleri’ne katıldı; her cumartesi kayıpların bulunması ve faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması amacıyla Taksim’deki Galatasaray Lisesi önünde eylem yaptı.

"Mağdur Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği"nin kuruluşunda yer aldı.

Polis, derneği kapatınca bu kez, "Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği"ni kurdu.

HADEP’te görev aldı; iki dönem Parti Meclisi üyesi oldu.

"Çetelere Karşı Halk İnisiyatifi" içinde yer aldı.

1999’da HADEP’ten milletvekili adayı oldu. Seçildiği halde partisi barajı aşamadığı için milletvekili olamadı.

Son seçimde Iğdır’dan milletvekili seçildi.

Halen DTP’nin milletvekili olarak TBMM’de görev yapıyor.

Bu bilgileri niye verdim?

Şimdi sizden bir talebim olacak: Unutun, tüm kimliklerinizi, bildiklerinizi, önyargılarınızı.

Sadece düşünün. Kucağınızda beş yaşında bir oğlunuz ve karnınızda bebeğinizle öğreniyorsunuz ki eşiniz kaçırılıp öldürülmüş.

Kim neden öldürmüş? 15 yıldır yanıtı yok bu sorunun.

Ne yaparsınız? Bırakınız şimdi "ama" ile başlayan cümleler kurmayı. Ya da kim haklı kim haksız tartışmalarını.

Sadece düşününüz. Ne yaparsınız?

15 yaşındaki kızınız Zelay’ın yıllardır bitip tükenmeyen sorularına ne yanıt verirsiniz?

Iğdır Milletvekili Pervin Buldan, son yerel seçim sonuçları için "Kürdistan sınırlarını belirledik!" dedi.

Doğal olarak medyada yer yerinden oynadı.

Benim ise ilk aklıma gelen şu oldu:

"Ne kadar canı yanmış!"

Bakınız...

Biz empati kurmayı unuttuk. İçimizi, beynimizi kinle doldurduk.

Gelin yüzleşelim bu acı gerçeğimizle; Pervin Buldan kin duymakta haklı mı değil mi?

Hani nerede eşinin; çocuklarının babasının katilleri?

Bunları sorduğum için çoğunuz kızacaksınız.

Biliyorum bunları yazdığım için neyle karşılaşacağımı; içten olmanın tehlikeli olduğunu bilecek yaştayım.

Ama yazmak zorundayım. Bu topraklara olan borcumdur bu.

Yoksa...

Görmüyor musunuz?

Herkes aklını yitirmiş gibi; herkes bir düşman belirlemiş, savaşıyor!

Toplumlar için bundan daha büyük bir yıkım olabilir mi?

Kaba güce katlanılır; kaba akla değil.

Gerçekle yüzleşmek zorundayız.

Kendini devlet sanan birileri, Savaş Buldan’ı öldürdü.

Savaş Buldan’ın işi/mesleği, siyasal düşüncesi ve hangi nedenle olursa olsun öldürülmesi bağışlanamaz.

Bunu yapanların yakasına yapışmak zorundasınız.

Bunu yapmayacaksınız...

Ne yapacaksınız?

Pervin Buldan’ın milletvekili olarak dokunulmazlığını kaldıracaksınız.

Sözlerinden ötürü cezaevine tıkacaksınız.

Peki...

Bunlar sorunu çözebilecek mi?

Bugüne kadar çözemediği ortada.

Bunca yıldır hamasetle bir yere varılamadığı görüldü.

O halde çözümsüzlükte ısrar niye?

Bakınız...

Mehmetçik dağdaki teröristin hakkından gelir; bundan hiç kuşkum yok.

Asıl tehlike; Pervin Buldan’ın içindeki kardeşlik duygusunun; ülkeye olan inancının körelmesidir.

Ne pahasına olursa olsun kardeşlikte ısrar edeceğiz...
Yazarın Tüm Yazıları