10 sebeple Ankara'nın IŞİD isteksizliği

Mesele sadece rehineler değildi derken, bunu detaylandırmaya çalışacağım. Türkiye, IŞİD'e karşı uluslararası koalisyona askeri boyutta neden destek vermiyor? Sebepleri madde madde ele almaya çabalayacağım.

Haberin Devamı

1) ABD’YE GÜVENSİZLİK

2011’e olanları hatırlayın lütfen. Suriye isyanı başladıktan sonra Batı ülkeleri Esad’ın gitmesi çağrısı yaparken, Türkiye başta uzun süre direndi. Hem o sırada Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu hem de MİT Müsteşarı Hakan Fidan defalarca Şam’a gittiler. Esad’la görüşüyor, krize bir orta yol bulmaya çalışıyorlardı. Ancak Washington baskıyı o kadar artırdı ki… O yılın Ağustos ayında Davutoğlu’nun Esad ve yardımcılarıyla yaptığı tarihe geçen 6 saatlik o uzun toplantıdan üç gün sonra Erdoğan ve Obama telefonda görüştüler. Bir hafta sonra da, Obama yazılı bir açıklamayla Esad’a “çekil” çağrısı yaptı. Tarih, 18 Ağustos 2011. Sonra? Türkiye atladı. Amerika da “arkadan liderlik” etti. Ve öne ittiği Türkiye’yi, Esad’ın gitmesi işinde bölge liderliği stajına aldı. “Lider mi olmak istiyorsun? Göster o zaman!” Öyle ki, Erdoğan’ın 22 Kasım 2011’de Esad’a çekil çağrısı yapmasından beş gün sonra Arap Birliği’nin Esad Rejimi’ne yaptırım uygulama kararı almasına Türkiye de destek verince Beyaz Saray bunu kutlayan bir mesaj bile yayınladı. “Övüyoruz” dedi. “Başkan Obama, Suriye krizini Başbakan Erdoğan ile yakından koordine etti, bundan sonra da edecek” dedi. Ama Türkiye angaje olduktan sonra Amerika’nın Türkiye’yi Suriye konusunda öne iten ısrarı, daha sonra hiçbir zaman beklenen seviyede bir desteğe dönüşmedi. Hatta 2013 Ağustos’undaki kimyasal silah saldırısından sonra konuyu kırmızı çizgi saydıkları halde Esad’ı vurmaktan kaçınacakları bir aşamaya kadar gerilediler. Ankara, Washington’a Suriye konusunda işte bu yüzden güvenmiyor. Ve IŞİD’e karşı askeri harekât için de biraz bu yüzden isteksiz.

Haberin Devamı

2) ESAD

O güvensizliğin oluşmasındaki sürece baktığınızda da… 2011 Martı’nda isyan başladıktan altı ay sonra Washington’ın baskıları sonucu Batı’yla aynı çizgiye gelip Esad’ı devirme işine girişmişsiniz. Muhalafete sığınak, silah sağlamışsınız. Türkiye’nin cumhuriyet geleneğinin aksine, ellerinizi başka bir ülkenin içişlerine dibine kadar sokmuşsunuz. Bu uğurda topraklarınızda terör saldırıları dahi yaşanmış. Yine de vazgeçmemişsiniz. Şimdi aynı Batı size gelip diyor ki, “Esad’ı boşver. Şimdi bir zamanlar senin de bir bölümünü desteklediğin İslamcı teröristlerle savaşacağız.” Ankara’yı birçok gazeteci, hep eleştirdik. “Silah göndermeyin. Savaşı körüklemeyin” dedik. Ama Ankara, Suriye’yi arka bahçeye çevirme hayalleriyle politikalarını değiştirmediği gibi Esad’ı da her zaman öncelikli tehdit saydı. Amerikalılara pazarlık masasında bastırdıkları “uçuşa yasak bölge” ısrarı da bundan kaynaklanıyor. Bu operasyonda Esad’la da karşı karşıya gelinsin istiyor. Çünkü uçuşa yasak bölge, doğrudan Suriye’nin toprak bütünlüğüne yönelik olacak ve Esad’ın zeminini aşındıracak. Ancak sorun, Amerikalılar için ise Türkiye’nin aksine IŞİD Esad’dan daha öncelikli bir tehdit. Suriye’deki IŞİD hedeflerini BM Anlaşması’nın 51. Maddesi’ndeki meşru müdafaa hakkına dayandırıp vurdular. Ki bu haliyle bile çok ciddi hukuki tartışmalar var. Örneğin İngiltere bu yüzden harekâtın sadece Bağdat Hükümeti'nin davetiyle yapılan Irak tarafına katılıyor, Suriye’ye karışmıyor. Bu yüzden de Amerikalılar şimdiye kadar Suriye rejiminin sessiz kalması sayesinde girişilen Suriye operasyonunu, “uçuşa yasak bölge” gibi işlerle daha komplike hale sokmak istemiyor. Esad Rejimi ile karşı karşıya gelmek istemiyor. Suriye tarafı da bu nedenle operasyonla ilgili Dışişleri Bakanı seviyesinde memnuniyet belirtiyor. İşte Ankara bundan rahatsız. Ve IŞİD’e karşı askeri harekât için biraz bu yüzden isteksiz.

Haberin Devamı

3) ROJAVA

Geçen hafta HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş Washington’daydı. Beyaz Saray ve Amerikan Dışişleri ile konuştu. Ve Demirtaş’ın temaslarından hemen sonra da, Amerikalılar Suriye’de başlattıkları IŞİD’e yönelik saldırıları, ağır bir IŞİD kuşatması altındaki Kürt bölgesi Kobani’ye taşıdı. Kobani, Kuzey Suriye’de yaşayan Kürtlerin batıdaki Afrin ve doğudaki Cizire ile birlikte kanton (özerk yönetim yapısı) ilan ettikleri üç bölgeden biri. Türkiye-Suriye sınırının ortasında. Bu kantonlar, aralarında geçiş olmasa da bir arada Rojava’yı oluşturuyorlar. Kürtçe Batı Kürdistan demek. Ve Suriye’deki karmaşadan yararlanarak, her geçen gün yerleşik bir özerklik kazanıyorlar. Ancak Kuzey Suriye’deki Kürtlerin PKK’ya yakınlığı, bu ilerlemeyi, Türkiye’de çözüm süreci devam ederken PKK’yı ikna etmeye çalışan Ankara’nın istediği bir durum olmaktan çıkarıyor. Kobani’deki IŞİD saldırıları işte bu ilerlemeyi durdurdu. ABD’nin uzun süre Kobani’deki IŞİD kuşatmasına neden kayıtsız kaldığını konuşurken, Demirtaş’a “Bunda Türkiye’nin bir rolü olduğunu düşünüyor musunuz” diye sordum. “Bunu hissediyoruz (Amerikalı yetkililerle) görüşmelerimizde. Bizim yaptığımız çalışmalara karşı bir diplomasi yürütüldüğünü hissediyoruz” diye cevap verdi. Türkiye’deki Kürtler, Rojava’daki gelişmeleri en az çözüm süreci kadar önemli gördüğü için Ankara bunu asla açıkça söylemiyor. Ama izlenen politikalar, geçmişte bölgede Kürtlerle çatışan İslami gruplara verilen destek, Ankara’nın Rojava’yı IŞİD’den daha öncelikli bir tehdit olarak değerlendirdiğini gösteriyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunun işaretini önceki gün verdi. “Ey dünya, IŞİD gibi bir terör örgütü çıkınca ayaklanıyorsun da PKK gibi bir terör örgütü ortadayken niye ayaklanmıyorsun”dedi. IŞİD ve PKK savaşıyor ya. Ankara, IŞİD’e karşı askeri harekât için biraz bu yüzden isteksiz.

Haberin Devamı

4) TERÖR RİSKİ

Amerikalıların, İngilizlerin kafalarını kesen IŞİD’in kendisine yönelik bir harekâta destek verecek Türkiye’de de bir terör saldırısı düzenlemesi işten bile değil. Rehineler serbest kalmış olabilir. Ama 1000 km’lik bir sınır, terör riskini artırıyor. Ankara, IŞİD’e karşı askeri harekât için biraz bu yüzden isteksiz.

5) EKONOMİ RİSKİ

Türkiye bu kavganın yasandığı yerde uluslararası sisteme entegre tek reel devlet ve ekonomi. Irak ve Suriye gitmiş. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri petrol satarak ayakta kalan, kurumsal yönleri zayıf yapılar. Ağır yaptırımlar altındaki İran zaten sistemden izole. Lübnan ve Ürdün, ufak. Ancak Türkiye, iddiası olan, nerdeyse artık 1 trilyon dolarlık ekonomisi olan, senede 35 milyon yabancının ziyaret ettiği bir bölgesel dev. İşler sarpa sardığında en çok etkilenecek olan da Türkiye. Terör riski bir yana, bir çatışmanın tarafı olduğunda Türkiye istikrarını da riske atacak. Ankara, IŞİD’e karşı askeri harekât için biraz da bu yüzden isteksiz.

Haberin Devamı

6) İRAN

Geçen hafta bir Kürt örgütü temsilcisiyle konuşuyorduk. Kobani’deki durumu sordum. “Şimdi PKK’ye ilk yaklaşacak ülke İran olacak” dedi. Türkiye ve İran’ın Suriye krizi başladığından beri bölgede nasıl bir güç mücadelesine girdiğini düşünürseniz. Ve şimdi Suriye’den sonra İran’ın Irak’ta da IŞİD’e karşı bizzat sahada olduğunu dikkate alırsanız. Şiileri hedef alan IŞİD’e karşı ön cephede İran’ın savaştığını... Bütün bölgede İran’la bir etki yarışı içindeki Ankara IŞİD’le savaşa girdiğinde, İran’ın da düşmanını vurmuş olur. Ankara, IŞİD’e karşı askeri harekât için biraz da bu yüzden isteksiz.

7) SÜNNİ DEVLET

Dünyadaki hiçbir devlet, IŞİD gibi bir örgütü meşru göremez. Ama dünyadaki hiçbir ülke CIA’in değerlendirmesine göre militan sayısı 30 bini geçen bir örgütün yoktan var olduğunu da iddia edemez. 22 Eylül’de Suriye’ye sıçrayan IŞİD’e yönelik Amerikan saldırılarının IŞİD’in lider kadrosu temizleninceye kadar devam edeceğini tahmin etmek güç değil. Öldürülen Amerikalılar James Foley ve Steven Sotloff’un infazında rolü olan kim varsa, örgütün başındaki Ebu Bekir El-Bağdadi’den kimliği deşifre olduğu öğrenilen, infaz videolarında elinde bıçak konuşma yapan Cihatçı John’a muhtemelen hepsi öldürülecek. El Bağdadi’nin yardımcısı, onun yardımcısı, onun yardımcısı… Peki geriye kalan, şimdiden sayıları on binleri aşan militanlar? Washington’da da üzerinde çok durulan bir tez bu. O bölgede Suriye ve Irak sınırlarına yayılmış Sünni bir “devlet benzeri” yapının kaçınılmaz olduğunu birçok kişi söylüyor. Bu yapıyı başlatan örgütün lider kadrosu yok edildiğinde geride kalacak Sünni yapılanmaya nasıl yeni bir lider belirleneceği meselesinde de Türkiye’nin rol oynayabileceği düşünülüyor. Ankara bu hesapların farkında. Ve bu rol için de, Bağdat Yönetimi ile köprüleri atma pahasına sığınma verdiği Irak’ın eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sünni lider Tarık Haşimi’den Suriye’deki Müslüman Kardeşler’e pek çok adayı var. Yani şimdilik özellikle istihbarat kökenlilerin konuştuğu bu senaryolara muhtemelen epey açık. O yüzden de, o gün geldiğinde, bölgedeki Sünni gruplara karşı sicilinin temiz olmasını isteyecektir. “Hepsi oradaydı ama vururlarken ben yoktum” diyebilmek için. IŞİD’e karşı askeri harekât için de biraz bu yüzden isteksiz.

Haberin Devamı

8) İÇ POLİTİKA

Suriye’ye giden 80’den fazla ülkeden 15 bini aşkın yabancı savaşçının büyük çoğunluğunun Türkiye’den geçmesi değil sadece mesele. Türkiye’nin dört bir yanından IŞİD’e katılan gençler var. Geçen hafta Hürriyet’te çıkan bu konudaki kapsamlı araştırmada, Savaş Özbey’in konuştuğu, Suriye’de savaşa katılmış Sultanbeylili bir genç ne diyordu: “Gitmek farzdır. Cihat namaz gibi, üzerimize farz. Gitmeyenler için sıkıntı var, gidenler için değil.” New York Times’ın, Ankara’nın göbeğindeki Hacıbayram semtinde IŞİD’e nasıl militan toplandığını anlatan haberini hatırlayın. Bunun üzerine İHH gibi, AKP’nin doğal tabanı olan sivil toplum örgütlerinin bölgede kurdukları ilişkileri ekleyin. Kimse IŞİD’in temsil ettiği ideolojinin Türkiye’de bir karşılığı olmadığını iddia edemez. İki türlü düşünmek gerek. İşin birinci boyutu, bu ideolojinin zamanla ne yöne evrileceği. Ama daha önemlisi, bu geçecek zaman içinde etkileşime gireceği toplumları da ne ölçüde dönüştüreceği. Nasıl ki Obama Amerika’da 4 Kasım’da yapılacak seçimlerden önce IŞİD’e yönelik harekâtta kara gücü kullanmama sözünden dönemezse, Türkiye de 2015 yazında yapılacak parlamento seçimlerinden önce bu konuda rahat hareket edemez. Sadece IŞİD’e destek olan marjinal bir kitlenin etkisinden bahsetmiyorum. AKP’nin tabanındaki Sünni hassasiyetin seçim öncesi Erdoğan-Davutoğlu Yönetimi’nin tercihlerine etki etmemesi mümkün değil. Seçim sandığına Sünnileri vuran bir hükümet olarak gitmek isterler mi? Ankara, IŞİD’e karşı askeri harekât için biraz da bu yüzden isteksiz.

9) TÜRK BÜROKRASİSİ

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları için pazartesi akşamı Washington’dan New York’a geçtim. Trenden iner inmez Türk delegasyonunun kaldığı Peninsula Oteli’ne gittim. Amerikalılar, o gece Arap ülkelerinin desteğiyle Suriye’yi vurmuş. Hükümetten birilerini görüp ilk tepkiyi öğrenebilir miyim diye bakınıyorum. Saat 22.15’te, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve beraberindekilerin akşam yemeği bitti. Asansörle odalarına çıkmaya başladılar. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise yanında üst düzey diplomatlar, asansörlerin karşısındaki bir masaya yaslanıp tam önümde durdu. Yanındakilerden saldırıyla ilgili bilgi almaya başladı. Bir yandan diplomatları dinliyor, bir yandan da tweet mesajlarına bakıyor, mesaj yazıyor. Konuşma sırasında tam üç kere Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nu sordu. “Feridun Bey nerede?” "Yukarıda efendim.” Biraz sonra yine. “Feridun Bey nerede demiştiniz?” “Yukarıda efendim, çalışıyor.” Sonra yine. “Feridun Bey yukarıda ne yapıyor?” “Çalışıyor efendim.” Diplomatların, Bakan üstü kapalı biçimde ima ettiği halde Sinirlioğlu’nu çağırmaya cesaret edememeleri değildi sadece beni şaşırtan. Davutoğlu gibi baskın bir siyasetçinin ardından “old school” Hariciye bürokrasisinin de, bu dönem yeniden ağırlık kazanacağını ilk o zaman düşündüm. Evet, internete sızan Dışişleri’ndeki Süleymanşah toplantısında IŞİD’e yönelik operasyon düzenlenmesini savunan odadaki tek kişi Sinirlioğlu’ydu belki. Ama bölgesel kriz dönemlerinde bu tür askeri harekâtlardan uzak kalma refleksi de, eski Kemalist düzenin başta Hariciye ve ordu, Türk bürokrasisinde bıraktığı iyi alışkanlıklardan biridir. Murat Yetkin de bugünkü yazısında Körfez Krizi’nin başından beri tezkerelerin Türkiye’de bürokrasi yüzünden her seferinde nasıl bir krize dönüştüğünü tarihsel bir perspektifle çok güzel özetliyor. Erdoğan gibi etkin bir cumhurbaşkanı ve Davutoğlu gibi dış politikayı kendi yönlendirmek isteyecek bir Başbakan varken bu unsur ne kadar etkili olur bilmiyorum. Ama bürokrasinin yukarıya yolladığı politika önerilerinde de “Uzak duralım” fikrinin ağırlıklı yer tuttuğunu tahmin etmek güç değil. New York’tayken Hariciye’nin reflekslerini çok iyi bilen biri söyledi. “Kıbrıs Harekâtı’na bile karşı çıkmış bir geleneği IŞİD’le savaşmaya kolay kolay kimse ikna edemez” dedi. Ankara, IŞİD’e karşı askeri harekât için biraz da bu yüzden isteksiz.

10) PETROL ÇIKARLARI

Enerji Bakanı Taner Yıldız geçenlerde ne dedi? Kuzey Irak'tan şu ana kadar yaklaşık 13.7 milyon varil petrolün toplam 19 kargoya yüklenerek Ceyhan'dan uluslararası piyasaya sevk edildiğini… Ve bunun yaklaşık 1.3 milyar dolarlık cironun yapıldığı bir iş haline geldiğini anlattı. Gerçi Hürriyet’te önceki gün yayınlanan Merve Erdil’in kapsamlı “Kürt petrolü devr-i alem” haberi o petrolün ne kadarının satıldığı konusunda ciddi şüpheler uyandırıyor. Ama hepsi satılmamış olsa bile, bu, Irak’ta yaşanan karmaşa ve ülkenin kuzeyindeki Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKYB) ile Bağdat Hükümeti arasındaki anlaşmazlıkların Türkiye’yi bölgeden ciddi bir petrol geliri elde edebilecek pozisyona getirdiği gerçeğini değiştirmiyor. Halbuki dün görüştüğüm Amerikan Yönetimi’ne yakın konunun uzmanı bir isim, Kürtlerin bölgelerindeki petrolü Bağdat’ı bypass ederek satma çabaları yüzünden Bağdat’ın her ay bölgeye yolladığı 1 milyar dolarlık fonun Mart 2014’ten beri durmuş olmasına atıf yaparak aynen şöyle dedi: “IKYB şu anda ciddi finansal problemler yaşıyor ve IŞİD sorunu yasadışı petrol ihracatını zorlaştırıyor. IKYB, Bağdat’la anlaşmak zorunda. Başka şansı yok.” Görüştüğüm bir Iraklı yetkili de “Kürtlerin onayladığı Dr. Abadi’nin (Maliki’den sonraki yeni Irak Başbakanı) hükümet deklarasyonunda bu konu çok açık belirtildi. IKYB petrolü bizden habersiz satamaz” diyerek konuya aynı açıdan yaklaştı. Ama Ankara, Mart’tan beri denediği, başta Washington, uluslararası çevrelerin yasadışı gördüğü, Kürt petrolünü Bağdat’ı dışlayarak satma işinden kolay kolay vazgeçmek istemeyecektir. Sadece IKYB’nin boru hattıyla yolladığı petrol için değil. Statükonun devamını, böylece Kuzey Irak’tan Türkiye’ye kamyonlarla yapılan petrol ticaretinin de sürmesini arzu edecektir. Ama IŞİD’e karşı bir askeri harekâta dahil olduğunda, bu konuda ihtilaf yaşadığı Irak Hükümeti ile de aynı safta yer alacak. IŞİD'in kaçak petrolden sağladığı gelir yüzünden kamyonlar da duracak. Ve sürdürdüğü petrol politikasına son verip sonunda Washington’ın dediğine gelmek zorunda kalacak. Ankara, IŞİD’e karşı askeri harekât için biraz da bu yüzden isteksiz.

SONUÇ

Özetle, mesele sadece rehineler değildi. Türkiye’nin IŞİD politikası, son derece komplike, çok boyutlu bir konu. Sıraladığım gerekçelerin bazıları son derece makul. Terör ve ekonomi riski, ABD’nin Suriye konusundaki politikalarının güven vermemesi gibi. Ama Ankara’nın IŞİD’e karşı açık bir harekâta girişmek istememesinin altında yatan bazı gerekçeler ise dünya görüşünüze bağlı olarak Türkiye’nin geleceği için endişe uyandırıcı. Mesele Amerika’nın, Batı’nın ya da başka bir ülkenin çıkarları değil. Sizin nasıl bir Türkiye istediğinizle ilgili. IŞİD’e karşı yürütülecek mücadeleye katılmama kararı, uzun vadede Türkiye’nin çağdaş demokrasi değerlerine nasıl etki edecek? Soru bu. Türkiye’nin yanı başında belirecek, radikal bir din anlayışından çıkma yarı-devlet Sünni bir yapılanmanın sonuçları, ticari ve sosyal bağlarla Türkiye’nin seküler devlet dokusuna, sosyal yapısına nasıl yansıyacak? Mesele bu. Erdoğan-Davutoğlu Yönetimi’nin elinde IŞİD’e karşı bir askeri koalisyona girmemek için birçok sebep var. Ama önemli olan, Ankara bir şey yapmayacak olsa bile bu kararında asıl hangi sebep ağırlıklı yer tutacak? Esad nefreti, komşu bir Sünni devlet hayali, İran’la yarış mı? Yoksa Türkiye’nin yaşayacağı riskler mi?

Yazarın Tüm Yazıları